7 Mayıs 2008 Çarşamba

Mevlânâyı Eleştirenler Üzerine

Kim daha güçlü bir gerekçeyle geliyorsa, o hakikate daha yakın duruyordur. Diyeceğin bir şey yoksa, yergiye öfkeleniyorsan, hiddetleniyorsan kendi duruşuna yönelteceksin tepkini. Diyeceğin bir şey yoksa, haksızsın. Cahilsin. Ezbercisin. Gösteriştesin.

Hakikate daha yakın durmak, söylediğinde haklılık payı olması ne söylediğinin doğru olması anlamına gelir ne de haklı olmaya ölçüttür.

Yanlış, zıtlaşma, hattâ çarpıtma hakikati karartma değildir, hakikatin açığa çıkmasına davettir. Bu daveti kabulleneceğiz.

Hakikat bizi nereye götürürse, oralara savrulmadan çekinmeyeceğiz. Anlama isteği, sadakat bir biri ile çelişmez. İkisi de Hakikatten başka bir Hakikatimizin olmamasıyladır.

Mevlânâyı eleştirenlere, hatta Mevlânâya küfredenlere şiddetle, hiddetle yaklaşmak Mevlanaî bir tavır değildir. Musa ve Firavun, Ali ile Muaviye, Cahil ile Arif içimizdedir. Muaviyeyle kapışacak olan, kendi içindeki Muaviyeyle kapışır.

Mevlânâda Şeytan bile işini yapar. Olgun insana ne kötülüğü dokunabilir ki? Olgunluk kazanılmış bir şey görülmemekteyse, başı ve sonu olmayan bir çaba, kapışma, didinme, emeklemeyse. Yanılmak, yanıltılmak daha doğrusu yanılabilirlik, yanıltılabilirlik insana mahsustur. İnsanîdir. İnsan olma çabasının bir parçasıdır.

Kaldı ki eleştiri, itiraz şer değildir, kötülük değildir. Kötü olan övgüde de yergide de ezberden yola çıkmamızdır. Risk alamamamızdır, yola düşemememizdir. Eleştiriyi, menkıbeyi kendimizi teşhire, kendimize yer açmaya dönüştürmemizdir. Hakikatliliği bir kenara atmaktandır bu.

Yergi, eleştiri haksızlık boyutuna dahi varsa yanlış ve tehlikeli değildir. Yanlış ve tehlikeli olan övgüde bile iki yüzlü olmak, bilmeden konuşmak, söylediğini tartışmaya açmamak, sınamamak, sınamaya açmamak, hatadan vazgeçmemek, fikrini ve kendini düzeltmemektir.

Kâmil varsa, tekâmül de vardır. Olgunlaşma beşikten mezara kadar gider. Ölüm de. Hayat da. Hep bildiğini tekrarlayan neyi bilir ki? Kendini bilmeyen sadece kişiliklilikten vazgeçer.

Seni eleştirene şiddet düşüneceğine, kendini eleştiriye aç, tartıişmaya aç. Her itiraz daha büyük açıklıklar, daha geniş ufuklara kulaç atmanla sonuçlanmıyorsa, bildiğini at, terket, çöle vur kendini. Bildiğini atmak, sadece bir paranteze almaktır, varsayımda mümkündür. Her insan ezberini de beraberinde taşır. Ezberden bilmeye geçiş ise malumatfüruşluk değildir. Sınanmaya açıklık, açık duruş, derisiz duruştur.

Bunu bilmemekteysek neden "Hallaç, Hallaç!" demekteyiz halâ?