20 Nisan 2008 Pazar

Yok'un Yokluğu, Var'ın Varlığı

Mevlâna yok demeyi, var demenin zıddı olarak ele alır ve yok demenin de bir var demeye açıldığını, açılacağını ve önermenin bir varlık vurgulaması içerdiğini zıtları, zıtlıkları ele alırken ifade eder.

Yok ifadesini olumsuzlamak, yok'u yok'lamak, var oluşunun ifadesidir. Yokluk varlığa da açılan bir kapıdır. Yokluktan yola çıkan, varlığa da ulaşabilir, yokta da karar kılabilir.

Yok diyen, var demeyen, kendi iddiasını, duruşunu tartışmaya açtıkça, yanlışlanmayı, düzeltilmeyi, şaşırtılmayı da göze alır.

Ezberden yok diyen, ya da var diyen ezberi bırakıp ruhunu hakikate açmakta mıdır? Biz buna bakalım. Var diyen, her daim var olanın şahidi midir? İnsanı tanrılaştırmak, faniliğini unutturmak kimin işidir ki?

Bizim, dürüstçe savunduğunun arkasında olan, tartışmaya açan, yanlışını düzeltebilen, olduğu gibi görünen, göründüğü gibi olan
insanla bir alıp veremediğimiz yok.

İnanır ya da inanmaz, dürüstçe bir insan kardeşinin hatasını düzeltir, hakkını savunur. Kardeşin duymazken çığlığını, o imdada gelir.

Bize insan lazımdır. Dürüst insan. Eleştiriye açık insan. Sözüne itiraz edlimesine açık insan. Olduğu gibi görünen insan. Söylediğini kasteden insan, hatasını düzeltmeye açık insan.

Yalpalayan, sendeleyen, kendince doğru ama bizce yanlış şeye inanan, inanamayan ama kendini de eleştiriye açan insan bir belâ değil. Belâdan gelen, belâ getiren değil.

Kimi nerede bulacağımızı, kimin nerde olacağını ancak hakikate şahitlik etmeye ömür adamış insanların sezmesini bekleyebiliriz, o da gözden kaçırmazlarsa, iddialarını sezmeden ötelere taşımazlarsa, yanılmamazlık hırkasını giymezlerse.

Bir insanın, bir cümlenin işi insan öldükten sonra da bitmez. Okurunu ölümünden sonra bulan bir ömür gibidir söz, ifade, eylenen. Attığın ok sen toprağa düştükten sonra hedefini bulabiliyor. Gönderdiğin mektup bin yıl sonra alıcısına ulaşıyor. Bir fikrin, buluşun yüzyıllar sonra hayat kurtarabiliyor ya da dünyayı zından edebiliyor onca insana. Ömrünü tamamlamış bir insan için dahi konuşurken dikkatli olacağız, bu meşrep bizim.

İnsanlar için konuşmak, insanların insan duruşunu okumak psikolojik, teorik şu bu kategorilerle mümkün olacaksa neden iki yüzlülüğü, alçaklığı, namussuzluğu, riyâyı, sadakatsizliği saymıyoruz da insaların inananamamalarıyla uğraşıyoruz? Ki, riyâkar da vazgeçebilir, alçak dediğimiz de büyük insan olarak tamamlayabilir ömrünü. Bize iyi, dürüst, ahlâklı, hakkanî bir son garanti eden mi var? Gayreti bırakmaya, didinmeyi bırakmaya gelir mi?

Kimin kapıdan gireceğini tayin edebileceğini iddia eden birisi varsa önce o konuşsun, buyursun hiç durmasın.

İnsanları ve insanlığı yargılarken ne yaptıklarına bakacağız. Kendi sonumuzu bilemezken, başkalarınınkini tayin etmeye kalkışmayacağız.

Karşı çıkacağımız, inananın, inanmayanın, ikisinin arasında olanın, hattâ aklı başında olmayanın riyâsı, yalanı, dolanı, talanı, acımasızlığı, zalimliği, saldırganlığı, büyüklük taslayışı, sömürgeciliği, hırsızlığı olacak. Kendimizi onca iyi vasıflarımızla başkalarından daha az belâlı, daha az sorunlu, daha az kötüye meyilli görmedikçe, bir şeyler de söylemeyi vazife bileceğiz.

Konuşacağız. Yanlışımız varsa, düzeltmek üzere. Haktan, hakikatten başka bir patronaj yazmadan söze. Efendim.