15 Mayıs 2008 Perşembe

Mesneviyi Okumak: Başlarken

Düşünce Tarihimizin olmadığı iddia ediliyorken, Mevlânâ'nın düşünce geleneğimizi kırdığı düşünülüyorken, Mevlânanın ve Şemsin projesinin de damgasını vurduğu bir bin yılı yaşadığımızı iddia etmekle başlamayacağız. Doğu Mevlânasız da yok. Batı, bir dünya kültürü oluşturamamakta.

Doğuyla batının kesişme alanlarında iki yönden de, insanı, hayatı, hakikati kavrama çabaları filizleniyor. Bizim üzerimize düşen, en önemli eserlerimizden birisi olan Mesnevi üzerine eğilerek, hayat dünyamızın şekillenişi üzerine düşünmeye çalışmak. Mesnevi tek eserimiz değildir. Ancak, dini, tasavvufi, felsefî özelliklerinin yanısıra bir kültür projesi olarak en temellendirici eserlerimizden birisidir. katılalım katılmayalım, iyi okumamız gerekmektedir.

Mevlânânın doğru dürüst okunmadığını rahatlıklıkla iddia edebiliriz. Onun eleştirel tasavvufu, diyalektik düşüncesi, dinamik toplum anlayışı, emekten yana tavrı, iyi temellendirilmiş insan ve toplum anlayışı o kadar şaşırtıcı da gelmeyecektir. Bilineni dile getireceğiz. Ezbercilerin ezberini bozabilir miyiz? Bilemiyorum.

Günümüz mesnevî yorumculuğunda iki ekol söz konusudur. Birincisi İbn Arabî'den yola çıkan, Mevlânâyı İbn Arabi'ye tabi kılma eğilimi gösteren, kendi içinde yeni tasniflere tabi tutulması gereken bir ekol.

Diğer yorum ekolü ise Mevlanaî ekoldür. Mevlanaî tavır tasavvufa Mevlana ve Şemsin eleştirisinden geçirirek bakar. Tasavvufla din arasında bir uçurum oluşturulmamaya gayret edilir, tasavvufun anlaşılma çerçevesi yeniden oluşturulur. Tasavvuf ve tasavvufi kavram ve sembolikle leştiriden geçirilmiş bir tasavvuf, eleştirel bir tasavvuf anlaşılır.

Esad Dede'nin öğrencilerini ilk ekolün son temsilcilerinden sayıyorum: Tahir Olgun, Ahmet Avni Konuk, Şefik Can.

Abdülbakî Gölpınarlı ise Mevlanaî ekolün son temsilcisidir.

Bu ayrım Mevlevîyye ile Mevlanaîlik arasında bir ayrımı gerekiriyor görünse de, Mevleviyyede tarikate öncelik vermeyen, Mevlanaya, Mevlananın söylediğindeki hakikate öncelik veren bir tavır baskın olmasa da her daim temsil edilmiştir. Bu tavrı, daha az eserle, daha az sözle tanısak da, daha entellektüel bir duruş olarak düşünebiliriz. Başka bir deyişle, Mevleviyye, Mevlananın Projesinden vazgeçme, düşünceyi küçümseyen Mevlânâ takipçileri olmaktan çok, öncelikleri farklı olan, tarikata öncelik veren bir neşe olarak düşünebiliriz. Mevlanaî tavır, Mevleviliğin içinde de dışında da devam etmiştir.

Biz, tasavvufun eleştirisini yapmış, değerlendirmiş bir Mevlâna ile karşı karşıya olduğumuzu düşünüyor, İbn Arabi düşüncesiyle temelden farklı yol izlenildiği kanaatini taşıyoruz.

Abdülbaki Gölpınarlının tasavvufa Mevlananın projesiyle baktığını düşünüyor, Diğer ekolünse genel bir tasavvuf tarihi içine Mevlanayı yerleştirdiğini gözlemliyoruz. Gölpınarlı bir tasavvuf eleştirisi, tasavvufi düşüncesi, tasavvufun hakikatinin peşindeyken, Esad Dede ve Öğrencilerinin tasavvuf tarihi içinde bir tasavvuf pratiği, öğretisi aradıklarını ya da sunduklarını düşünüyorum.

Abdülbaki Dede iddia edildiği gibi Bahariye Kolu, ya da Bektaşi Kol'dan değil, Melamî hattâ Kalenderî bir ilgisi var, ancak ezbere bir tavrı yok, yanlışlarına yanlış diyor, eleştiriyor, gözden geçiriyor. Tavrında Mevlânâ ve Şemsden ayrı değil.

Mevlananın hanefiliğini vurgulaması (ki sünniliğini Mevlâna açıkça Mesnevide vurguluyor) ve Mevlananın mezhepçilik gütmediğini göstermesinden çok Şems'in kendisine yazılan aidiyetlerden bağımsız tavır ve kişiliğini göstermesi dikkate değer. Şemsin Kalenderi olabilecek kökenini gösterir, Kalenderilere de yönelen bağımsız, eleştirel tavrını sunarak. Gölpınarlının kendisi de Bektaşi menkıbelerini diğer menkıbeler gibi çekinmeden eleştirir, ideolojik değil, eleştirel bir tavır almaya özen gösterir.

Bu çalışmayı kaleme alma, yazarak düşünme, önyargılarımı eleştiriye açma, düşünmeye açma aşamasında Mevlana için en ılımlı ve en merkezi eseri Abdülbaki Gölpınarlının yazdığını düşünüyorum. Zamanla Gölpınarlı ile farklı düşündüğümüz noktaları da açıklamaya çalışacağım. Onu anlaşılır kılmam da, fikirlerimi gözden geçirmem de mümkündür ve eleştiri işidir.

Vahiy konusunda farklı açıklamalarımız olabilir, ancak Gölpınarlı Mevlânayı anlama çabasındadır, asla bir karartma, perdeleme yapmamaktadır.

Yine semayı raks olarak görmesi Mevlânanın zikir için düşündükleriyle alakalı olmalıdır. İsim sıfat örtüşmesine itirazdan değil, mânayı öne çıkarmak istemeden kaynaklanan bir tavırdır. Dans yasağı konusunda çıkabilecek tartışmaya rağmen raks demesi, zikir konusunda Mevlananın kaygılarını öne çıkarmaktandır. Biz ise kefenle raks diyoruz, şimdilik.

Akıl konusunu yerleştirişimiz, ele alışımız da farklı olabilir.

Emek, çalışma, alınteri, çalışarak geçinme, insan olmak için çırpınmamız gerektiği konusunda farklı düşünmüyoruz. Seçtiği mezarlık, halkın yanıbaşını seçiştir. Bir tavırdır, çırpınışında tutarlılıktır. Radikalize edilmemelidir.

Esad Dede ve öğrencilerini eleştirmem, her yazmayı gözden geçirebilmem mümkün görünmüyor. Yorumlarıdaki ana hatları, ortak yanlarını, ayrışma noktalarını sunmak mümkün olabilir sanıyorum. Zaten eleştirilerimin merkezinde olmayacaklar. Katıldığım, yararlandığım düşünceleri olursa, eleştirerek sunmaya çalışacağım.

Bursevînin şerhini de İbn Arabi ekolünden görüyorum. Ankaravî, İbn Arabi- Mevlana sentezinin Esad Dedelerden çok öncelerde olduğunun da ifadesi. Orta nokta olarak görülse de olmadığını düşünüyorum. Dikkatle okumak zorundayız. Ancak İbn Arabi ekolünü temsil etmektedir.

Abidin Paşa ve Firuzanfer? Zamanla üzerlerine düşüneceğiz, önyargılarımızı "teşhir" edip değerlendirmeye açacağız. Firuzanfere Chittickten baktığımızda bazı sorunlarla karşılaştık. Farklı çevirilerden okumaya, çok dilli panellerde değerlendirmeye çalışacağız. Firuzanfer dikkatli okumaya değecek bir isim. Dikkatli, ölçülü yazdığından yola çıkıyorum. Abidin Paşa? Yeterince elden geçiremedim. Yol açan bir yorum değil gibi ilk elde. En azından kendisiyle tanışmak, Abidin Dinonun yetişme ortamını anlamaya çalışmak için büyük bir imkân.

Surûş'u sevenlerle çok tartıştık. Hep ayrı durduğumuz noktalardan. İbn Arabi ekolüne dair düşüncelerimizdeki ortaklık beni şaşırtmadı diyemem. Zaten o kadar açık bir nokta ki, nedir bunca kafa karışıklığı anlaması çok zor. Anlaşılmak istenen Mevlânâ mıdır, Mevlânâda insanlar kendilerini mi konuşma derdindedir, neden mevlanasızlık mevlanasız yapılamamaktadır öncelik verdiğimiz konular değildir. Biz spekülasyon yapmayacağız, Mevlanayı okumaya başlayacağız.

İlk elde ikincil literatür taramasından, karşılaştırmalı çalışmalardan uzak duracağız. Bazı kavramlar, tezler, iddialar, düşünceler üzerinde yoğunlaşacağız.

Çalışmam eleştirel düşünce ve yorumbilgisinin alanındadır. Doğrudan metin üzerine düşünmedir. Teorisiz, ezbersiz, önyargısız değildir elbette.

Burada baştan sona bir eserin kaleme alınmasını değil de, yazılma hazırlıklarının yapılmasına tanık olacaksınız.

Bibliografik eleştiriler merkezî olmayacaktır. Mevlânanın projesi ve mevlanayı okumanın ana hatlarıın altı çizilecektir.

Çalışmada İbn Arabi değerlendirmesi yapılmayacaktır. Ne İbn Arabi Mevlana sentezinin eleştirisini ne de doğrudan İbn Arabi eleştirisini düşünüyorum. Tasavvuf tarihçisi ya da tasavvuf uzmanı değilim. Benim alanım düşünce. Mevlananın kendi düşüncesinin arkeolojisini yapabilmeyi ise elbette isterdim.

Konu üzerine hazırlık yazılarım fragmentler, notlar, tezler, çalışma tezleri, eleştirel notlar, hatırlatıcı sorulardan oluşacaktır.

Zamanla bu konuda yazılanlar blogdan kopacaktır.

Daha önce yazılmış metinler, bloga koyma sırasını karıştırabilecektir. Bu yüzden arada bir kaç yazıyı tek bir başlık altına toplayabilirim.

Kronoljik ve diğer karışıklıkları hoş göreceğinizi ümid ediyorum.