23 Aralık 2010 Perşembe

MAHCUP AŞIK KİME SORAR Kİ?











Aşık mahçupsa aracı koyar yar ile arasına. Aşık mecnunsa derdini kapı kadar sağır bir kulağa söyler. Ali’nin kuyuya haykırdığını.

O kör, paslı kapıyı aşıklar divanının kapısı eyler söyleyen.

Aşığın doğrudan söyleyemezliğinde kabahat arayan, sen de haklısın, o da.

Yarin gözünün içine bakamayan, araya koyduğunun gözüne bakar mecnun değilse. Mecnun ise ne görür, ne de bakar. Boynunu eğdiren yarin düşüncesi. Konuşan, susan aşkın ta kendisi.

Mecnun yare hitap mı etmiyor? Yar zaten onda, ama kendisine değil aşkı, yare. Yarin kendisinde oluşu, tek yare boyun eğişi, yarsiz kendisini bulamayacağını bilişi. Yar, hakikati. Gerisi yalan, ama yalanı değil.

Ey Sevgilinin karşısına çıkmaya utanan Aşık, Ey aşıklar divanında yeri boş kalan! Sevgili seni çağırdığında ”yüzüne nasıl bakacağım, nasıl halden şikayet edeceğim bu çiğlikle” diye çöle kaçan dost! Bilmezler ki sen nereye gitsen, ona gidersin. Onunla gidersin.

Ey yarini kalbinde taşıyan kişi! Araya aracılar soktun diye lanetlenen aşık! Ey yarden bir şey isteyemeyenlerin padişahı! Ey karşısında mahcup olabileceği tek bir varlık olan kişi, ey aşk sahibi, ey kendisiyle kendini ölçemeyeceğin bir aşkı kalbine sığdırmamazlıkla sığdırabilen!

Aşığın dediğinde kabahat aranmaz! Aşığın yanlışı yanlış, doğrusu doğrudur. Ama aşıktır eğrisine de, tek tük doğrusuna da yapışmayan. Sürekli yolda olan. Sürekli mahçup kalan.

Bütün dünya hakikatle yüzleşiyor da bir o mu hakikatinden kaçmakta? Yüz yüze gelmeye cesaret edemediğini sevmeye cesaret edebilenin cesaretini kaç Kelile ve Dimne anlatabilir?

O boyun eğişin, selam verişin aslanını kim anlatabilir?

Anlatmanın aslanları anlatabildikleri kadar anlatır, susmanın aslanları susabildikleri kadar susar.

O çığlık Yusuf’un zındanınaydı ki, ney’e su verdi.

Konuşan kim, yare koşan kim, bu ses kimin sesi bilmezmişim.

Derdi anlatman mı gerek anlamam için? Aşkla bakamasak da aşıklara bakıyoruz. Aşk okumak çileyi çekmek değil ey dost, çileyi görmek. Çile gören çileyi görmez bazan, bu aşkı görenin aşığı görmemesi gibi bir şey de.

Dediklerimizde bir hakikat var, ama, onun da ötesi var, berisi var.

Herkesin haklılık payı ne hakkı tüketir ne de hukuku.

Aşık ise hukuksuzdur, ama itip kaksan da itilip kakılamaz.

Ham aşık sevilmeyi bekler. Aşkla pişen, aşkta pişen bir şey beklemez, bekleyemez, kendini bulmayı bile.


23 Aralık 2010, 08:05
(düzeltilmedi, taslak)

10 Aralık 2010 Cuma

Meryemin Karnı Tekmelendiğinde Ölenin Adı da İsa Olur !



Meryemin karnı tekmelendiğinde ölen İsa olur.
İsa’sız bir Musa düşünüp de ”evlilik dışı bir çocuğu olduğu doğruysa bu genç kadının, tekmelenmesi fevkalade yanlıştır” derse birimiz, ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranır.
”İsa’ya denmemesi gerekeni bir başkasına deme hakkımız yoktur!”, İsa’ya borcumuz.
Adalet dağıtırken dedikodu dağıtmamak da Musa’ya borcumuz.
O bebek der ki: ”Günahsız olan ilk taşı atsın!”
Musa da diyebilir ki: ”İşi adalet olan taşı elinden bıraksın!”
Tepeden bakan adalet de zulüm kadar incitir.
Hakim, dilindeki taşı kendi başına atandır.