14 Kasım 2012 Çarşamba

YER DE GÖK DE YERİDİR İNSANî ANLAYIŞIN


Yerin doğrusu ile göğün doğrusu çelişmez.

Yer ve gök mecazdır, kelimedir o kadar.

Yeri göğü anlayış; gökten yağan ve yerden biten işaretleri, kitabı ve dünyayı, insanı ve hayvanı, maddeyi ve kavramı anlayış kendini hakikate açış işidir.

Hakikate hakikatten itirazla, yani hayatın söylediklerinden itirazla açılırız. Ezberlenmiş tecrübe ya da yorum ile değil.

Yorum yorumlara ışık tutar, yol açar. Hayat itiraz eder: Düzeltirsin. Düzelttiğin yine bir yerde takılır.

Bu iş böyle. Kolayı yok.

Hayatsızlık hiç mi hiç hakikatlilk değil!

1 Ekim 2012 Pazartesi

Mesnevîyi Okumak Değil, Hayat Yoldan Çıkarır: Hayatsız Kalın, Sınanmayın!

Allâmeler "Mesnevî yoldan çıkarır, okumayın!" diyorlarmış.
Okumayın!
Mesnevîde bir hakîkat varsa onu zaten hayat karşınıza çıkarır, hakîkat derdiniz varsa, sabrınız varsa.
Mesnevîden kafanız karışacaksa yine okumayın, hayatın halleri zaten kafa karıştırır.
Fırtınada, hayatta; söze, bilgiye, hayata açıklıkta durulmak risklidir.
Evinizde oturun.
Sağa sola bakmayın, hayata atılmayın bu imkânınız, lüksünüz varsa.
Sokaktaysanız, itilip kakılacaksınız. Bir kitabın anlattığı itilip kakılmanın hikmetidir sadece, siz sahiden itilip kakılacaksınız. İtilip kakılma size hikmeti sunduğu kadar insanlıktan çıkmanın kapısını da açacak. Hikmetine dayanamayan, şiddetine ne kadar dayanır ki?
İnsan dayanıksızdır, insan çiğ süt emmiştir. Dalgalarla boğuşmaya kalkmayacaksınız ki bu da bir had biliştir.
Dalgalarla boğuşacak, hayattan gelene rıza gösterecek, güçlüklere göğüs gerecek, aşılmaz dalgalara kulaç atıp da gönül rızasıyla boğulacaksınız: Bu da bir had biliştir.
Birisinin yarasını sararken mikrop kapabilirsiniz, sarmayın! Birisinin hayatını korurken onun yiyeceği bıçağı siz yiyebilirsiniz, kurtarmayın, üzerine kapanmayın! Bir  risk almayın, hayatlanmayın, halk içine karışmayın! Korkuyorsanız, sakının!
Mevlânânın geleneği tersini söyler: Üzerine kapan, bıçaklan! Hayattan kaçma! Çalış, insan içine karış! Başkalarının yaralarını sar! Başkalarının sırlarını küçümseme, gece gibi ört!
Korku insana mahsustur. Gizleyen korkunun esiridir. Saklanan günahsız sevapsızdır da.
Hayata bulaşacaksan hayatın ustası olacaksın. İnsan hayatını, kainatın hayatını bileceksin. Bilmemezlikten gelerek değil, bilerek, kapışarak, boğuşarak insan olacak, insan kalacaksın.
İsteyen okumaz, ben okuyorum! Ne günahsızım, ne hayata yasakçı, ne cenneti garantili, ne cehennem kaçkını. Bütün sınanmalardan başarıyla geçilemeyeceğini bilerek, bütün sınanmalardan geçmemek için, başkalarından öğrenmek için, bilginin tecrübesiz cehalete esaret olduğunu kavrayarak, başkalarının tecrübelerine de açılarak okuyorum. Bizim ve başkalarının bilgelerini, bilgeliğini, hayatın hikmetini...

Bu halk ile kurduk güzelliğin kurulması en zor kalelerini. Onların hayatı, çilesi, derdi, tasasından kaçarak onların yol açanı olmak ne mümkün? Geçmişini yasaklayarak geleceğini sterilize etmek akıl kârı değildir. Daha iyisini biliyorsan daha iyisini yaparak, daha iyisini söyleyerek yönlenirisin geleceğe!

29 Eylül 2012 Cumartesi

Fütüvvet'e Düşman Bir Tasavvuf!


Adamlık, mertlik, yiğitlik, kadunluk, komşuluk, insanlık, dürüstlük, daha iyi insan olmak gibi şiarlar önem sırasını yitirip ayak altına alınmaya başlanınca geriye sadece Aziz Petrus geleneği kalıyor: "İnan!"

İnansın da neye inansın? İnandığı nedir?

İnanç inandığın şey ile özdeş değildi bizim geleneğimizde.  Faniliğimiz, bir tarihte oluşumuz; bir zamandan mekandan anlayışımız, hakikatin sahibi değil yanılması kaçınılmaz yorumcusu olmamız, teorinin hakikat özeti ya da usaresi olmadığı anlayışı; praksis ve fronesis anlayışı bizde beslendi, ilerletildi ve batıya hem praksis felsefelerine hem de yorumbilgisine aktarıldı.

Bu büyük geleneğin sanal takipçileri ise "inanın, yorumlamayın!" diyorlar. Oysa yorumlayanın inanç meselesi vardır. İnanç ezber değildir. İnanç hakikat şifresini ele geçirmişlerin işi değildir. İnanç hakikatin sahibi olmadığımızdan, herşeyi bilemezliğimizden yola çıkar. İnanç dogma değil, arifane tevazu işidir! En azından tasavvufun tasavvuf olduğu zamanlarda bu böyleydi! Karşıtlarını yanında taşısa da onların da gündemini belirliyordu.

Bugün Gelenek diyalektik düşüncesinden; praksis ve fronesis anlayışından; tranzendental temellendirmelere karşı toplumbilimsel temellendirişi ve monolojik felsefe geleneği karşısına diyalojik geleneği çıkarışından uzak; şekilde, geçmişinin gölgesinden ibaret bir gösteriler dünyasında yaşıyor.

Her gün yeni bir şey söyleyen, teoriyi genişleten, işleten anlayış bunu teorinin hizmetinde yapmıyordu: Tersine derin entelleküel duruşu hem kendi hayatını, hem hayat anlayışını sürekli işleyen, hatadan öğrenen, yanlışla da temizlenen ve düzelen bir anlayışın kendisini ifadesi idi.

Kainatı okumak, kainatın ayetlerini okumak ile Kitabı, kitabın ayetlerini okumak aynı oluş, oluşum, insanlık düşüncesinin bir parçası idi.

Tekniği kullanmayarak, sadece oyuncak ederek parya olmadık: İnsanlık anlayışımızı terkederek paryalaştık! İnsanlığı da çukura sürükleyebilirdik: Batıda özellikle sol düşünce insanlık değerlerini bir ölçüde ayakta tutabildi ise bizim ayakta tutup aktardığımız bir düşünce damarının, insanlık anlayışının sonucunda oldu.

Batıdaki inanç ve bilim kavgası ilk çağlardaki  teori ile praksis tartışmasının temellerinden koptuğu bir diskurda kavgadır ve iyi ki düşüncenin bağımsız alanlarına, bağımsız düşüncenin hür ve demokratik diskuruna tasallut edememiştir.

İnsan olma, daha iyi insan olma, komşuluk, sadakat, adaletle davranmak gibi dertleri olmayanların ne bilme ne de inanma dertleri vardır. Onlar ezberden, sınanmaya kapalılıktan, duyarsızlıktan ibarettir!

Aziz Petrus? Temsili bir Aziz Petrus idi. Ezbercilerin, ezbere Aziz Petrus'u.

6 Mayıs 2012 Pazar

Ezber Hırkasının Dikişini Sök, Terbiye Edilmiş Keçeye Bürün! Karşında Olanın Derdinden Konuş!



"Doğu, kurumuş ırmağına bir dil ararken"
Enis Diker ("Kum Hep Kum")







Doğunun dili de gönlü de kayıp.

"Çağımızın Mevlânâları"na bakıyorum: Ne cihanşümûller, ne de karşılarında olanın dili gönüllerinde.

Kendi ızdıraplarından konuşuyorlar, düşmanlarının ızdıraplarından bile değil.

Doğu dilini bulacak: Olan'ı büyüterek değil, ufkunu büyütüp genişleterek.

Muhafazakârlığımız mazbut değil, kaptığını götürüyor, estetiksiz, başkasız, geçmişi ihalede.

Fütüvvet çekilince yeni solcular bile yetiştiremez oldu memleket.

Aydın yok, insan yok oluyor, dağın taşın, kurdun kuşun hakkı yeraltına veriliyor.

Çölleşen nehir yataklarından, deryalardan, ovalardan savrulan kum soframızda, yüzümüzde. Lokmamızda çıtırdayan kum.

Gün gelmiştir, artık, "yeni şeyler söylemek lâzım!". Eskisiz, geçmişsiz, geleceksiz; kendisi gibi olanlardan ibaret bir dünya kurmuşluklarda dilini yitirmişlikten değil; karşındakinin gönlünde gölgeleneni, yeşeremeyeni de ufkuna alarak, ufkunda açarak!

17 Nisan 2012 Salı

Mevlevî Hoşgörüsü: Nerede ve Ne Zaman?

Makaalâtta Tebrizli Şemsin insanı tanrılaştırabilecek her türlü kavrama; tasavvufun, vahdet-i vücut'un radikalleştirilmesine, hulûl düşüncesine; insanlaşmayı, olgunlaşmayı hedeflemeyen çokbilmişliklere; ayrımcılıklara, düşüncesizliklere, çarpıtmalara bırakın hoşgörü göstermeyi tahammül dahi etmediğini görüyoruz. Derhal karşı çıkar, konunun üzerine gider. Hüküm vermekten, haklıyken ağır yargıda bulunmaktan çekinmez. Tartışma konusunun dışındaki alanlarda ise eleştirdiklerinin haklarını verir, istedikleri yola gitmelerini hakları olarak görür.

Ayrım noktalarını net koyar, her düşünceyi aynı potada eritmez, tasavvufun hakikatle eleştirilmekten bağımsızlaşıp uçmasına izin vermez. Kopup gideni yargıladıktan sonra, ayrım noktalarını vurgulayarak biraradalığın, dostluğun, insanca ilişkilerin devam etmesine özen gösterir.

Burada dikkati çekmek istediğim bir nokta var. Eleştirisinde nettir. Hakikatî bile bile çiğnediğini gördüğü ululanan, büyüklenen kişileri takipçilerinin yanında ayak altına aldığı da olmuştur, örtbas etmeyelim. Ancak ikna olmayanı susturma gibi bir yolu seçmez, ikna ettiğini de, kendisini de her sorundan kurtulmuş görmez. Tartışmanın içerisinde, eleştiriyi ayrıntılı ve ciddi argümanlarla göğüsleyerek, eleştirerek, fikirleri değişik alanlarında takip edip analiz ederek öğretir, düşüncesini canlı tutar.

O dönem ilginçtir. Entellektüel (temellendirici, tartışmaya açık) duruşlar ile düşünceyi işine geldiği gibi götürüyor görünen duruşlar yanyanadır. Aklı başında insanları çıldırtan fikirlerle bunları düzeltip derslerini verenlere ders verecek kadar derin ve temelli fikirler bazan aynı kişilerce geliştirilmektedir.

Tebrizli Şems insanların haklarını vermeye gayret eder. Başkaları için selâm sabah kesmeyi gerektirecek ayrımlar onun için konunun hakikatine sadakatten, hakikatliliğe davetten ibarettir. İnsana, emeğe, düşünceye saygısızlık değildir.

O dönemde ortak nokta insanların hakikatle kendilerini düzeltmeyi reddetmemeleridir. Birisi yanlışlarını gösterdiğinde kabul ederler ve belki de daha sonra bildiklerini okumaya devam ederler. Hakikat iddiasında bulunanı yalncı çıkarmazlar. Genellikle.

Tartışmalarda bir otorite kabul edildiğini kendisi gibi düşünen, düşünmeyen insanların Tebrizli Şemsin tasarımları, önerileri, geleceğe yönelttiği tanımlamalarına kendi projelerinde bildiklerini okusalar da, çatmadıklarını gözlemliyoruz.

Tebrizli Şems ve Mevlânânın Gazalî ile ortak yanları o dönemde ulaşılmış bir konsensusa da işaret ediyor. Bu konsensusun bir diğer ayağının oluşturulmasında Hacı Bektaş-ı Velî'nin insiyatif üslendiğini, yetmiş kişiden oluşan bir meclisin toplandığını Evliya Çelebiden öğreniyoruz. Ev sahibi Koyun Baba'dır. Toplantının sonuçlarını yedi yüz derviş her bir yöne iletir, rivâyetlere göre.

Şemsin rolünün bir konsensusta ifadesini bulan, bulacak düşünceler, temeller sunmaktan ibaret olduğunu düşünmüyoruz. Gelecek bin sene şekillendirilmektedir. Tartışma ortakları bir yasaktan, merkezî otoriteden korkuyla değil büyük bir uzlaşmanın şartlarının oluşmasının sonucu olarak,  özlemini duyarak Tebrizli Şems'e dikkat etmekte, kendilerini ve duruşlarını izah etmek için gayret göstermektedirler.

Açık bir diskur söz konusudur, tehdit, korku, baskı söz konusu değildir. Tartışmaya açıklık kendisini her alanda sarsıntıya açma anlamına da gelmez. Temel hassasiyetler üzerinde uzlaşılmıştır, dikkat gösterilmiştir, en azından karşı durulmamıştır.

Zamanla uzlaşma konuları sislenmiş, temellendirici tartışmaların hakikat iddiaslarını buluşturan diskuru kaybedilmiştir. Şemsin itiraz ve farklılıkla birarada yaşama ve tartışarak ayrımlar getirme, uyanık tutma, sohbet veya konuşma diyalektiğinde temel ayrımlar üzerine farkındalıkları aralıksız açık tutma tavrı geçerliliğini yitirmemiştir.

Tebrizli Şemsin yeni bir bin yılın temellendirilmesinde emekleri büyüktür. Ekzantrik bir seyyah değildir! Moğol istilalarıyla Cumhuriyet arasındaki dönemi belirleyen tavrın, duruşun, projenin temellendiricilerindendir.

...

Mevlânanın "avam" konusundaki tavrını hatırlayalım. Çalışanları, meslek sahiplerini, halktan insanları faziletli insanlar olarak görmeyen, avam ilan eden anlayış karşısında sinirlendiğini, bu düşüncelerin sahiplerine hakaret ettiğini Eflâkiden okuyoruz. Menkıbelerde abartma olabileceği düşünülebilir. Ancak, hem sözlü gelenek hem de eserleri bu tavrını destekliyor. Gazalî ile beraber iktidar sahiplerine eleştirel, mazlumları sahiplenici bir tavrı var.

Hayat kadınlarını, mahkûmları, itilmiş kakılmışları selamlayışları, her çiğliği mesele etmeyişi, eleştiriye açık oluşu her daim öfkesiz ve diplomatik kılmıyor Mevlânâyı. Bir adı zaten Celâl'dir, celâl'liğinin hakkını vermeye de çalışmıştır.

...

Affedebilmek, insanların farklarını, yanlışlarının olabileceğini, hayatların ve fikirlerin ömür/ömürler boyu şekilleneceklerini kabul etmek ile topluma öneriler, toplumun geleceğine öneriler olarak fikirlerin, yargıların, hakikat iddialarının arkasında duruş arasında bir çelişki, zıtlık yok.

...

"Katılmıyorum, bunu kasd etmedim, buradan bu çıkarılamaz" gibi iddialar her daim tartışma gerekmese de tartışmaya açık duruşun ifadesidir. İnsan, söylediğinin arkasında duruyorsa tartışabilir. Hakikatle kendisini düzeltiş iddiasızlık değildir. İddianın temellerinin sarsılması, daha farklı bir düşüncenin geçerliliğinin söz konusu olması gerekir.

Mevlananın yaşadığı dönemde ona birisi "Düşünce Senin ve Gazalinin yüzünden yok oldu!" dese "yanlışın var!" dermesi daha büyük olasılık. Susması, gülümsemesi, hatta konunun tartışılamayacağı birisi ise "haklısın!" demesi de küçümseme işi olmazdı. Nasreddin Hocanın sen de haklısın hikayesindeki gibi.

Tartışmaya açık durma eşitleme, eşit görme işi. İnsanın canının istemesi, zaman bulması bulmaması işi değil, bir sorumluluk işi.

Geçiştirme tartışmanın hayırlı olmaması ile alâkalı. Karşı tarafın haklılığının ifadesi değil.

"Sen de haklısın!" meselesi uzlaşmazlıktan hikmet çıkarma, perspektif açma işi. tartışmanın kendisi değil.

...

Refi Cevat Ulunay'ın 18 Aralık'ı cüzdan boşaltma olarak görüşe tepkisi çok ağırdı. O o tepkiyi verene kadar konuya aynı zamanda hem gülümsemiş, hem de üzülmüştür birileri. O tepki verilmese, "verilsin!" ya da "niye verilmedi!" demezlerdi. Verilince de "yanlış oldu!" demezler. Haklı olmak, eleştirinin hakkani olması her zaman konuşma tepki verme anlamına gelmez.

İnsan kendisini öldürmeye kalkışmış kişiyi affeder, hatta dost edinir, ancak, öbür dünyanın dili şu dil, bu dil, zaman ve mekan reel olarak mevcut diyene tepki gösterebilir. Birisi adaleti karşılıklılık ve intikam olmadan çıkartma işi, insanın değişmesini isteme, değişecek olanı ezmeme, insanlığı başa kakmama işi; diğeri hakikat üzerine iddia. Hakikat üzerine, insan hakkı hatta bir kedinin, kuşun hakkı üzerine suskun kalmama ayrı bir konu.

...

Günümüzde mevlevî olduğu düşünülenlerin hakikat konusunda yanlışa tavizkar olacaklarını düşünmüyorum, ifadenin kibar bir yolunu aramalarını ise bir kaçış, hakikati satış olarak düşünemiyorum. Her konuda fikir sahibi olmak zorunda değiller. Kendi yanlışları doğruları bir birine karşımış da olabilir bazan. Tasnif derdinde olabilir, herkesi dinleyebilirler. Ancak yanlış bir iddiaya doğru da dememek durumunda hissederler kendilerini ayırt edebildikleri ölçüde. Hakikat için yanlış ifadede bulunmak korkunç bir şey değildir. Yanılabileceğini hesaba kattıktan sonra, insanları ezip geçmedikten, insanların doğrusuna zulüm etmedikten sonra. Eğriye zulüm zaten olmaz. Eğriyi savunan da eğri veya eğri olmaya mahkum görülmez. Bazan susmak, tecrübesizliğin yanlışlarından kaçınmaktır, insanların anlayışına zarar vermekten kaçınıştır. Yeterince tecrübe zaten yoktur, tartışmaya tereddüt de bir çeşit hoşgörüdür bazan.

İnsan, kendi sözü fikri için "öyle değil, böyle değil, şöyle!" deme hakkına sahip değildir sadece. Yanlış hükümden de kaçınma, yanlış anlaşılmaya itirazda bulunma hakkına sahiptir. Yanlış anlaşıldığını vurgulama karşı tarafın anlayış kapasitesi ya da bilgisini küçümseme, hakaret de değildir.

Birisinin "şunu dedin"ini tartışmakla mükellef değildir sözü ifade eden, "onu demedim" demekle başlaması mevzuyu çarpıtma değil, mevzunun hakikatine yöneltmektir. "Yanlış anlama"ları düzeltme bir hak da olsa her daim gerekli değildir. Düzeltme talebi söyleyenin omuzuna yıkılacak sorumluluklarla da alakalıdır. İnsan kast ettiğini söyler, söylediğini kast eder ideal bir iletişim toplumunda, ya da bunu kabul ederek bir birimize itirazda bulunabiliriz. Kastetmediğimi söylüyor durumda olmam, iletişimin mümkün olmasının şartlarını, gereklerini savunmamla, iletişimin temel normatif duruşuna dönmekle alakalıdır.

İnsan ne dediğine karar verme, yani bunu açıklığa kavuştırma hakkına sahiptir dedik. Bu bir yükümlülük de değildir. Bu hakkın kullanılıp kullanılmaması "yanlış "anlaşılanın", yanlış anlaşıldığını düşünenin, düşüncesi tartışılanın hakkıdır. Karşı tarafın da yanlış anlaşılmaya, ifadesinin yanlış anlaşılmasını düzeltmeye hakkı vardır.

Toparlarsak: Tartışma ilk elde ele alınan düşüncenin üzerindeki uzlaşmazlığın anlaşmayla sonuçlanmasını değil, karşılıklı iddiaların ne(ler) olduğu üzerinde uzlaşmayı hedefleyebilir (Gadameri hatırlayarak).

"Hayır!" normatif olarak bağlayıcıdır (Haberması hatırlayarak), gerekçelendirilecektir. "Hayır, çünkü"... Onaylamayla değil, onaylamamakla tartışma kabul edilebilir. İlk elde onaylanacak olan, "evet bunu söylüyorum"dur. Karşı tarafın neyi söylediğinde uzlaşmak, konu üzerinde bir çeşit uzlaşma olsa da (buradan nerede ayrışıldığı ortaya çıkmaz, gerekçeler talep ediliyor olabilir, vb.).

....

Yanlışa, yanlış anlaşılmaya hoşgörü karşı tarafı küçümsemeye dönüştüğünde, karşı tarafın kapasitesini ciddiye almamaya dönüştüğünde sorunlu. Her yanlış anlaşılma sorunlu olmayabilir, nsanlar her konuyu tartışma istemeyebilir, zamanları olmayabilir vb. Buna karar verecek olanlar "yanlış anlaşıldıklarını" düşünenlerdir.

Tersi de geçerli olabilir. Yanlış anlaşıldığını sananın karşı tarafı yanlış anlaması da nadiren gerçekleşen bir durum değildir. Kimin yanlış anlaşıldığı üzerinde bir uzlaşmanın da tartışmanın devamı için zorlanması anlamlı değildir. Uzlaşmazlığı körüklememek, yargıları paranteze almak önerilebilse de her daim mümkün değildir.

...

Tartışma kin, öfke intikam, tahakkm işi değildir. tahakküm derdinin olmadığı yerde açık bir tartışma olur. Tahakküm talebi, ihtiyacı ile tahakküm aynı şeyler değidir. İnsanı, tartışmacıyı hatasız olmaya davet etmek insana haksızlıktır. İnsanlar karşılıklı çabalarla pozisyonlarını eşitler, belirlerler.

Öğrenci öğretmen tartışmasında dahi pozisyon belirlemeleri, eşitlik eşiklerinin şekillenmesi gereklidir. Argümentasyonun (tartışmayı belirlemek için) kesilmemesi gibi.

...


Hoşgörü insanın yanılabilirliğini, gaf yapabilirliğini kabulleniş; hatalardan rant sağlamama, davranışları idealize edilmiş davranışlarla kıyaslamama; kimseyi olup bitmiş görmeme, olgunlukla karşılama halidir.

Olgunluğun ifadesi olarak hoşgörü bir tartışmada da kendisini ifade eder: Yanlış anlaşılmayı düşmenlıkla karşılatmaz, puanlamaz, üstünlük kurma ya da aşağıda kalmama derdi taşımaz. Rakibini düşmanlaştırmaz, rakibiyle kendisini incitmez, rakibi tartışma ortaklığına çeker.

"Hoşgörü" karşı tarafın anlayışına tereddütün ifadesi olduğunda, kendi ifadesinin tartışılamazlığını perdelediğinde "hoşgörüsüzlüğü mü hoşgöreceğiz!" der. Sömürgecilerden hoşgörü değil adalet talep etmek bu yüzden gereklidir!









10 Nisan 2012 Salı

Ölüm Kavuşmadır!

Ölüm kavuşmadır.
Ölüm, hayatla sınanmanın sona ermesidir.

Ölümle gelen, sınavları başarmış olmanın sevinci değil, tüm sınanmaların içinden başarıyla çıkışın olmadığını kavramışlığın sınırlarından, sonluluğundan, çaresizliğinden ürkmeyi bırakmışlığın sevincidir.

Ölümü kavuşma gören için vaad edilmiş adalet yanlışının gösterilmesi, hatadan vazgeçebilme, yanlışını gizlememeyi kabulleniş kapısıdır.

Öbür dünya bir ihtiyaçtır da: Hesabını verebilme, kibirini kırabilme hesap sorma talebi değildir.

Hesap sormaktan vazgeçmiş, hesabını kendisine vermiş insanın adâlet duygusunu sınama, keyfi olmama dileğidir öbür dünya. Hesabını kendisine vermişlik hesabını vermişlik, muhasebe defterini kapatmışlık değildir.

İnsan yanlışsız, incitmeden, zarar vermeden yaşamış olunmayacağını bilmenin nemelâzımcılığı ile değil tevâzûsu ile beklentisizdir. Beklenti bir kesinleştirmişlik, güvence almışlık olarak anlaşılacaksa.

Rahmet, şevkât, affediliş tevâzûnun beklentisidir. Hep haklı ve hep doğru oluş iddiasında bulunmamış bir titizliğin, inceliğin, dikkat edişin insanî sınırlarda eylemiş ve yaşamış olarak kabul edilme dileğidir.

İnsanın adâlet duygusunun sınanması kendi talebi de olduğunda; adâlet talebi kendisi ile mutabakatı olmayanın hakkını gözetme ve önerilebilecek duruş olarak duruşunun muhakemesi olduğunda insan yeterince toplumsallaşmıştır. Bir insanın insan olma yolundaki başarısı ve başarısızlığı bir noktadan sonra insanlığın kendisi ile hesaplaşmasıdır da.

Bildiklerini öğretmiş olmak, insan yetiştirmek sadece ve sadece teskin edici, vicdân rahatlatıcıdır. Hakîkat gizlenemez. Aklın yolu birdir. Öğretemediklerimiz bulunacaktır. Öğrettiklerimizin hakîkatini bulmak yorumlayanın işidir. Yorumlayan bizim de sağlamamızı yapar. Bizi de geliştirir, hayatta olsak da olmasak da. Bir hakîkatin parçası olarak bizi. Yanlış yorum, anlaşılamama hakîkatin imtihanı değildir. Doğru yorumun da hakikatin kendisi olmadığı, bir gerçekliğin hakikati olduğundaki gibi.

Öğrenciler teselli eder. İrfan teselli edilmiş, korkuyu neyi kurtarıp neyi kurtaramayacağından çıkarmış bilgidir.

Korku, adil olmama kaygısına yöneldiğinde insanın teskin edilmişliği hayatının sahibi olma vehminden sorumluluğunun sorunlarına yol alır.

Korkusuzluk yoktur, teslim olmuşluk değildir, bir eksikliktir. Korku, kaygı, endişe kazanacağı veya kaybedeceğinden kurtulmuş bir hesaplaşmanın, bırakılacak mirasın kendisini gözden geçirmesindedir.


22 Mart 2012 Perşembe

Rüzgârla Gelen Ses

Rüzgâr hep arkandayken gecikmiş bir başarı bile başarısızlıktı.
Kendini hiç bir yere önermek durumunda kalmıyordun.
Zamanlar zorlaştığında elde sen vardın.

Zamanlar geçti. Ve rüzgâr,  hep ters esti. Dünyânın en güzel teknelerini inşa etsen de alabora oldun. Deniz çekildi. Toprak çöktü. Yer yerinden oynadı. Ancak uykunda yaprak yerinden kıpırdardı.

Ne yaparsan yap, ne olursan ol yolların kapalı, bahtın kara, yanında kimse yok sanmaktasın. Ne gönlün kalesine eşik olmayı hayâl edebilirsin, ne de kendini dalgaya vermiş gül yaprağında salınmayı.

Sana kendilerini siper eden dostların yok artık. Sırtını verebileceğin halkın, rüyâlarını okuyabileceğin çocuklar. Issız bir adada, tahliye edildiği sanılan bir zindanda, kimselerin bir işe yaradığını düşünmediği bir işte, müşterisi olmayan bir cevherin ocağında, seni içine kimsenin itmediği bir kuyuda, bütün gençlerin göç ettiği bir yerde olgun bir meyvesin dalında. Beklenmeyen bir bulutsun. Kızanın yok, senin için duâya çıkmış bir kimse bile.

Daha fazla bulabileceğin ne var karanlıkta, yolda, sorguda, mezarda, ayak altında?

Artık evine dön. Zamanı geldi daldan düşmenin.

Herşeyi unut, unutmuş gibi yap ve ilk dalgayla, ilk rüzgârla, ilk çırpan kanatla, ilk dönen tekerlekle evine dön. Beklenmediğin yere dön. Seni pazarda sattıkları yere dön. Sana siper oldukları yere dön.

Artık sokaklar evin, yoksulların sofrası sofran, itilmiş kakılmışların hikâyesi senin hikâyen, umutsuzların rüyâsızlığı rüyân, kuşların cıvıltısı cıvıltın, çocukların hayreti hayretin,  sessizlerin sesi sesin.

Kimsesiz yattın, seni bekleyenler arasında uyandın. Yanılmayı göze alman cesarettendi. Beklentisizlik topladığına olmalı artık.

Sırtını halkına ver. Kendini kaderine emânet et. Ne gelecek düşün, ne de geçmiş. Sadece ol.

Aç bir köpek bile dolaşmadığına emin olduğunda sokağında, karnını doyur. Ve korkusuzca uyu.

Sen artık ne kimseyi yenersin, ne de yenilirsin!

11 Mart 2012 Pazar

Ev Ödevi: Büyük Uzlaşma

Hacı Bektaş-ı Velî'nin Makaalât'ı ile Tebrizli Şems'in Makaalât'ı ve Mesnevî karşılaştırmalı olarak okunacak. İnsan ve toplum önerileri üzerinden o dönemin Büyük Uzlaşma'sının izi sürülecek.