23 Mayıs 2008 Cuma

12 Eylül ve Abdülbaki Gölpınarlının Başına Gelenler

12 Eylülün gürültüsü patırtısı içinde dikkat çekmedi demek ki. Bu konuyu gündeme getiren olmadığına göre. Ya da Abdülbaki Gölpınarlıya yapılanlardan hoşnut olanlar, 12 Eylülle palazlanmışlar, az değil.

O dönemde çocuk olanları, dünyada olmayanları suçlamayalım. Onun arkadaşı, dostu olduğunu söyleyenlere soralım neden ölü gibi suskunlar? Buyursunlar, insanlıklarını gömmedilerse, bildiklerini anlatsınlar, dinliyoruz. Hakikate sadık olmaları bu kadar mı imkansız?

Konuyu biz açalım. Daha doğrusunu tekelinde bulunduran düzeltir hatamız varsa, neden şimdiye kadar söylenmemişin izahatıyla beraber, ezber istemiyoruz, bu güne kadar yeterince dinledik.

12 Eylülle birlikte, Gölpınarlı aleyhinde korkunç bir kampanya başlatıldı. O zamana kadar, Gölpınarlı Mevlânânın dostlarına yüz idi, ağız idi, dil idi. Hatası sevabıyla bir insan idi. İyi bir insan idi.

İlk iddialar farsçasının kötü olduğu üzerine idi. Çevirilerinin hatalı olduğu. Özgün olmadığı. Olabilir dedik, daha iyisini aradık. Halâ arıyoruz, bulursak haber veririz. Sonra özel hayatına bulaşıldı, bazan dost ağızlardan, onu över ağızla yaralayan, hançerleyen "tanıklardan", şurdan, burdan. Her taraftan, her kanaldan saldırıldı. Evet, Gölpınarlı adeta linç edildi.

Abdülbaki Gölpınarlı, saldırgan ve sinsi bir kampanyayla aradan çıkarıldı. Evet, darbe Gölpınarlıya da geldi. Onun düşünceleri, analizleri, Mevlânânın projesine sahip çıkışı devreden çıkarıldı. 12 Eylül bu, olur, diyelim de, neden onu bilenler tanıyanlar ona sahip çıkmadılar, halâ da çıkmamakta inat ediyorlar? Bu şaibeli bir durum değil mi? Hakedilmemiş bir mirası taşımak değil mi?

Abdülbaki Gölpınarlıya "O edebiyatçı, tasavvuf üzerine konuşamaz!" derler. Ne edebiyatı imiş çalıştığı alan? Şimdi o kadar "meslekten" araştırmacı var da neden bir Gölpınarlı kapasitesinde insan yok? Varsa söyleyin, bilelim! "Yok hayır, icazet gerekir eski zincirlerden gelen" demekse bu: Gölpınarlının icazetinin olmadığını kim iddia ediyor?

Yerine düşünülenler de "edebiyat" kökenli değiller mi, çoğu kez? Onların farsçaları daha iyi ise bugüne kadar Şems neden hep eksik ve yanlış sunuldu? Mesnevî bu kadar sorunlu şerh edildi? İş dil bilgisiyle bitiyor mu ayrıca?

Neden yerine önerilenlerin eserleri Mevlânâya hakaretlerde başvuru kaynağı hailnde?

Gölpınarlıdan alıntıyla Mevlânaya yöneltilmiş hiç bir hakaret Gölpınarlının Mevlânâyı radikalleştirmesinden kaynaklanmıyor. Ne bulursa, görürse onu söylüyor. Yanlış mı yorumlamış? Eleştirilir. Ancak yerine önerilenler, öne çıkarılanlar Mevlânâyı yalnız radikalleştirmiyorlar, Mevlânânın eleştirilerini, projesini, tavrını unutuyorlar.

Gölpınarlıyı okudukça şaşırıyorum. Bektaşî tavırlı olduğu söyleniyor arada bir, bektaşi dostlarımız sevinmesinler hemen, bu hayırlı bir nedenle vurgulanmıyor, sünnilere hitap etmediği vurgulanıyor, marjinalleştirilmeye çalışılıyor. Eserlerine bakıyorsunuz, Şemsin Bektaşi olduğuna dair bir kanıt olmadığını vurgulayan Gölpınarlı. Bektaşi menkıbelerini eleştiriden geçiren O.

Şems Bektaşi olsa red mi edilir? Hayır. Ama burada da bir başka incelik var. Şems aleyhine sünni bir duyarlılık oluşturulmaya çalışılıyor. Neden? Şemsin eleştirilerinden kurtulmak isteniyor. Bunlar neler? Şems, hululilik riskine düşenleri uyarıyor, tek tanrıcılığın çekirdeğini terk edenleri, tasavvufun bağımsızlaşıp kopmasını, batıniliğin radikalleşmesini, sünnetin çekirdeğinin terkedilmişliğini eleştiriyor. Gazalî ile olan ortak noktalar Mevlânâyla daha karşılaşmadan paylaşılan bir duruşun olduğunu da gösteriyor.

Şems sunulanın tersine, entellektüel, bağımsız, eleştirel, sade, tutarlı bir insan. Yani gelip cezbe, trans, batın dersleri vermiyor. Bir duruşla, tavırla, etraftaki keyfiliğe eleştiri ile geliyor.

Gölpınarlı Mezhepsizlikle suçlanıyor. Mezhep hangi alanda geçerlidir izahatını yapan yok. Her yerde mezheple konuşulur, her yere mezheple gidilir sanılıyor, doğru değil. Hakikatin alanının mezhebi olur muymuş cevaplayan yok. Ancak Gölpınarlı yine, Mevlânanın hanefî olduğunu vurgulayan. Bu zaten Mesnevide apaçık, ama Gölpınarlıda bir karartma yok, dürüst ve hakkanî. Yanlışı varsa düzeltilir.

Gölpınarlı mezhepsizse, Şems ne oluyor? Ben Şemsin duruşuna aykırı hiç bir şey görmedim Gölpınarlıda. Neden Şems diyorum, çünkü, Gölpınarlıyı reddedenler Şems'i sözde reddetmiyorlar. İkisinde de tekrar vurgulayayım, sünnete aykırı bir tavır yok. Peki ya Mevlânâ? Gölpınarlı aradan çıkarılıp, Şems unutturulurken mi Mevlânâ Mevlânâ oluyor? Hayır. Projesi, derdi, tasarımı, eleştirisi ortadan kaldırılıyor.

Mevlânâ, çok ciddi bir biçimde varolan tasavvufu eleştiriden geçiriyor. Mevlânâ öncesi tasavvuf eleştirisi bilinmeden Mevlânâların derdi anlaşılamaz. Dönemlerinin entellektüel sorunları, özellikle de din ve tasavvuf alanının sorunları günümüz sorunlarına çok benziyor. Eleştirdikleri şeyler, bugün onun da adını kullanarak hakim kılınıyor, engel varsa ortadan kaldırılıyor birer birer. Başta Abdülbaki Gölpınarlı olmak üzere.

Sekiz yüz yıl önce eleştirel alışveriş dostlukları yıkmıyor, şimdiye nazaran düzey daha yüksek, bunu görmek ilginç. Şimdilerde dost kalmıyor verilmiş sözün arkasında duran.

Yok mu o kadar yüceltilen, Mevlânâya hakaretler yağdırılmasına neden olacak kadar yüceltilen Mesnevinin hakikatinin arkasında duracak olan kimsecikler? İnsanlık bu kadar zor mu?

Mevlânâya eleştiriler gelecek elbette. Eleştirilere cevap veremiyorsanız, cahil ve haksızsınızdır dedim, bir başka yazımda. Ya hakaretler? Onları dahi dinlemek, eleştiriden geçirilecekleri eleştiriden geçirmek icap eder. Mevlana hakaretlerle ezilecek, küçülecek bir insan değil. Nedenleri kurcalanır yanlış anlaşılmaların, açıklığa kavuşturulur, ya da kavuşturulması gelecek nesillere bırakılır. Gayretsiz bir suskunluk, rehavettir, terketmedir, yalnız bırakmadır.

Evet eleştirilerde düzey çok düşük. Ya savunmalarda? Bahanelerde? Geçiştirmelerde?

Dökülüyoruz.

Bu kirli ortamı haketmedik. Daha ciddi okumalar, araştırmalar, daha düzeyli tartışmalar yapabiliriz.

İlk adımlarımızdan birisi de Abdülbaki Gölpınarlının adını rehabilite etmek, hakkını, itibarını iade etmek, ve kendisinden özür dilemek olsun: O, yanılabilir, yanlış anlayabilir, yanlış anlatabilir insanlardan birisi. Hatasız, günahsız olmaması imkansız. Üzerine çalıştığı konularda dürüst davrandı, eleştirdiği bazı metinleri övüyor gibi gösterilmeyi, onca manipulasyonu, hakareti, saldırıyı ya da potada eritilerek yeniden sunulmayı haketmedi.

Gelenekle ilgili sundukları güvenilir boyuttadır. Bazı araştırmaları bugün düzeltilmeyi, gözden geçirilmeyi gerektirebilir. Bunda kötü olan ne? Başlamalardan korkanlardan mı olalım, hatasızlık şerbetiyle mi şerbetlenelim?

Adülbaki Gölpınarlı, Şems ve Mevlânâ'nın hululiliğin eleştirdiğini göstermedi mi? O halde, Mevlânâya yönelik en büyük hakaretin ezber işi olduğunu gösteren bir insanı susturuyoruz. Okutmuyoruz. Tanıtmıyoruz. Evet, bu yüzden, eleştirmiyoruz da.

Hululliğin eleştirisi için Makaalâtı okumak da yeterli olabilirdi. Ama, okunmaz, okutulmaz. Hakikî Şems, Şems karikatürünü sunanların işine gelmez.

Uzun Lafın kısası, Abdülbaki Gölpınarlı Mevlana ve Şemsin derdiyle kuşandığı için aradan çıkarılmıştır. Yeni bir dünya, yeni bir düzen kurulurken, Mevlânânın dahi bağımsız yorumlanmasına müdahil olunmuştur.

Sosyal Mühendislik pozitivist olmakla eleştirilirdi, pozitivist olmayabileceğini de farkediyoruz.

Biz, yerine konulanı değil, tedavülden kaldırılmaya çalışılanı konuşuyoruz. Yani kültürümüzün, anlayışımızın derinliklerine kazınmış olanı. Dostlarının da düşmanlarının da hakkında aynı şeyleri söylemesinden, dünya, ufuk kaybına zorlanmamızdan bahsediyoruz.

Ağır müdahaleler altındayız. Bazılarımız bilmeden, rüzgârdan yelkenine pay kapma çabasında. Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Bilenin kötülüğü bile aklı başında oluyor bazan, daha zor hoşgörsek de.

12 Eylül yalnız bazı ekonomik kararlar, sendikasızlık, haksızlık, talan siyaseti için değil, yeni dünya düzeninin kültürel buyruklarını da hayata geçirmek için gelmiş görünüyor. Müdahaleden geçmemiş alan yok. Tasavvuf da kıyım alanlarından, üniversitelerimiz, hukukumuz, siyasetimiz, gündelik hayatımız kadar. 12 Eylülcülük kültürümüze topyekün bir müdahale. Kimin için? Hangi bilimsel cüretle? Hangi adalet anlayışıyla? Hangi toplum kuramıyla? Bunun cevabını vermekle uğraşacağımıza, talan edilenin arkeolojisini yapacağız, hazinelerimizi ortaya çıkaracağız, yeni talanlarlara açık dursak, açık tutsak da.

Emek bizim. Aşk bizim. Bu çırpınış bizim. İnsanca yaşamak derdi bizim derdimiz! Eleştireceğiz, eleştiriye açık duracağız, yalnız hakikate boyun eğeceğiz. Hakikati olana. Hakikatli olana. Yani talansıza, dolansıza, mazlum kalmak için çırpınana.

(Yazıyı uykusuz ve yorgun kaleme aldım, düzeltemedim, üzerinde çalışılacaktır)