18 Aralık 2011 Pazar

Deprem Hadisi ve Çocuğu Yanan Ana

Oğlu İbrahim'e gözyaşı döken Peygamber'in kendisine cenazeye ağlamayı men etmişliğini hatırlatan Avfoğlu Abdurrahman'a verdiği cevaptaki hikmete dikkat etmeyenler yıkıntı altında kalanlara, din anlayışları üzerine bin bir yakıştırmada bulunulmuş  birilerine  yüzlerini dönerek: "Bu depremler muttakiler için bir nasihat, müminler için bir rahmet, kafirler için bir azaptır!" diyebiliyorlar.

Hadisten haberdar olmak her durumda ona başvurmak için yetmez. Bağlamı, kapsamı  dışında ve temellendirici bilgilerden habersiz ortamlarda "yorumsuz" olarak alıntılamanın da bir yanlış yorum çeşidi olduğunu yorum geleneğimizin bir kriteri olarak akıldan çıkarmamamız lâzım.

"Yorumda yanlış yok, ben ne söylersem doğrudur, zaten kendim bir katkıda bulunmadım, olanı söyledim!" diyen hakikate zulm ediyor durumuna düşer!

Peygamber torunlarıyla oynarken, birilerini selâmlarken; insan gibi dertlenir, hüzünlenir, sevinirken kendi sözü önüne konulurdu bazan. Bunda bir kasıt da yoktu çoğu kez, çünkü söylenilenin hikmeti yoruma "yorumlananı söyleyen"in itirazında biraz daha açığa çıkar. Anlam konuşma, söyleşme, alışveriş içerisinde kendisini ele verir, sınırları belirir.

Deprem hadisinin kaydı, nakli, bağlamı hakkında uzmanları konuşur. Doğrudan kendisinden yola çıktığımızda tek bir konuya işaret etmediğini, bir yığın düşünce ve ilke yumağına, fikir yürütüm zincirlerine, hayata, kadere, sorumluluğa, hürriyete, sınırlılığa, kırılganlığa, faniliğe ve sonsuzluğa dair bin bir konuya gönderme yaptığını görüyoruz.

Eğer Peygamber yaşasaydı, evlâdı yananları kucaklamayı, evini onlara açmayı tercih ederdi kanısındayım. Söyledikleri acı çeken insana tepeden bakıcı değildir. Kendisi de acı çekmiştir, ve acı çekenlerin yanında yer almıştır.

Acıya takılıp kalmamayı, affetmeyi, ileriye bakmayı, bireysel sorumluluğu ve kaderi unutmadan hayata daha büyük bütünlüklerden de bakmayı işaret eden sözü ile insan incitmek ayıptır!

Düşmanın bile olsa karşındaki, acısı olan insan olarak kardeşin. Kalanda kabahat buluyorsan, ölenin sıfatını sen mi vereceksin? Senin acın varsa böyle konuşmazdın, onun acısı varsa böyle konuşamazsın.

Bu kadar çok alıntı ve gaf yine de birilerine "bu böyle değildir!" deme fırsatı verdiği için hayırlıdır. Hata ise büyüktür, kibir kaldırmaz. İnsan ancak yanlışını düzeltmeyi bilerek, duyarlılığını açık tutarak, tecrübeye açık durarak yorumunda yani sözünde ve alıntısında yerli yerinde davranıyor olabilir.

Uzatmamak için konuyu güncel bir eleştirime bağlayarak anlam alanlarından birisine daha kavuşturayım: Kimse kimseye "iyi ki başına bu felaket geldi, o sayede güzel okullarda okudun!" diyemez dedik, Dersim konusunda. Zulümden veya felaketten hayır çıkacağı üzerine dair gerekçe o felaketten, zulümden, zorluktan, yıkımdan çıkan insanın iç sesi, kainat anlayışı olarak başka; mazlumlara, kurbanlara, kazazedelere, felaketzedelere başlarına geleni bir haketmişlik gibi dayatan zalimin, zulüm avukatının, ihmali olanın, yardımda eksik kalan insanlığın iddiası olarak başkadır.

Rıza lokmasını bilene rıza dersi vermek de ayıptır gerçi. Rıza dersi almak için konuyu açarsın, açacaksan. Başkasının dile getirmek istediğini senin dile getirmen başkadır. Hasta bir arkadaşımın hastalığından kazandıklarını, onun söylemek istediklerini, söyleyebileceklerini dile getirmem farklıdır. Daha da ilerisini paylaşmış, selamlı salâvatlı insanların arasında konuşulması tabii ki başkadır. Bir hasımlıktan formule edilmesi başka.

Uyarılar? Tabii ki olacak. Ama, acı çeken insanın ufkuna bir kabus bulutu gibi çökmeden. Evet, bu dünya soğuyacak, dağılacak. Acısı olan bunu işitmek istemez değil, afra ve tafrayla söylenmesini işitmek istemez. Tepki insanın çiğliğine olduğunda, hakikat iddiasınaymış gibi mesele uzatılmamalıdır.

Sohbet hatip işi değil arif işidir. Hitabetin hakikat ile alaka kurucu yanları vardır, sohbetin ise karşılıklı anlaşma süreci içerisinde insanı değiştirerek, ufkunu genişleterek anlamaya ulaştırması. Hatibin arif olmaması, hitabeti de monoloğa çevirir, bu da başka bir sorun.

"Öldürmeyen güçlendirir!" derken Nietzsche benzer bir şeyden bahsediyor. Bize bir işkenceci bunu dediğinde de gücenmemiştik ama: İnsanî bir tecrübeyi bize açıp, kaybolup gitmişti ufkumuzdan.

Peygamber ise felaketler, belirsizlikler, sarsılan zeminde insan olarak ayakta kalmanın ufkunu konuşturuyor. Buruk, kindar, intikamcı bir ufku değil, herşeye rağmen insanca hayatı, dayanışmayı, iç huzuru ufuk olarak sunuyor. Ve elbette acısız, içi kıpırtısız insanlara değil. Ciğeri dişlenmiş Hamzanın ailesine, çocukları katledilecek kızına, hepimize insani vakarı ve tevazuyu, yarın ölecekmiş gibi ve hiç ölmeyecekmiş gibiliğin emeğini, çırpınmasını öneriyor.

Yerli yersiz alıntılar yerine birbirimizi şeytanlaştırmalarımıza itiraz geleneğin hakikatini daha doğrudan konuşturacaktır. Hayatı olmayan yorum zaten söz konusu bile olamaz!

Gücü olanı kimse eleştirmiyor artık eskisi kadar, biz gelenekten hoşnut olsak bile, gelenek bizden hoşnut mu emin değilim Efendim!


Hikmetin kürsüsüne çıkan konusuna da hakim olsun bir gün: Bu rüya da biz "Kenardan Geçenler"in!