5 Ekim 2009 Pazartesi

Suya Sabuna Dokunmayan Gelenek?

Saçmalıyorlar.
Ne uzak ne de yakın tarihin farkındalar.
Ne düşüncenin duruşun, eylemenin izini sürebiliyorlar, ne de insan oluşun sancısını.
İnsan oluşun, olgunlaşmanın alanı, hayata açıklıktır.
Karar vermenin alanı soğukkanlılığın ve çok katlı eyleyişe açıklığın alanıdır.
Karar veren hızlı tavır alabilecek kadar akışın içinde ve gaza gelmeyebilecek kadar dışındadır.
Her halin bir meşruiyet kazanma noktası vardır.
Meşruiyetini kaybetmiş görünen sabun köpüğünden payandayla ne kadar ayaklandırlabilir ki?

Bir yanımız asla ürpermezken, öbür yanımız dağlarda, çöllerde, bataklıklarda gezdi.
Bir yanımızın zamanı başkaydı, öte yanımızın zamanı başka. Ama aynı esir kamplarında, aynı hendekte, tabyada, emekte.
Aynı anda hem o hem bu olmayan nasıl dinler, direnir, savaşır, barışır, bağışlar, yanılır, farkeder, yollarda kalır, yol açar?

Yakın (ya da uzak tarih) yazıldı mı sanıyorsunuz siz?
Gerçek düşünce tarihimiz hakikatiyle, hakikat iddasıyla ele alınabildi mi henüz?

Ne kesişme noktalarının farkındasınız, ne gerçek iddianın, ayrışmanın, yeniden şekillendirmenin.
İstediğiniz şey, kendi bakışınızı da eleştirebildiğinizde farkedilebilecek bir şey.
Yanıbaşınızda. Başucunuzda.
Çiğneyip geçtiğiniz halde ezemediğiniz ruhunuz.

Suya sabuna dokunmayan dediğiniz kadar suyla sabunla uğraşan görmedi dünya.
Demek bilmediğiniz, farketmediğiniz yok, olmamış, boş?
Tanrısal bir göz taşıyorsunuz yani, bilmediğiniz, göremediğiniz yok?

Hakikat indirgenemez. En basit halinde anlaşılır kılınsa da.

Zamanı gelir. Konuşması gerekenler konuşur. Susmasını zamanlarda öğrenmiş olanlar.