Rubainin Mevlânâya ait olmasının şüpheli olduğunu söylüyor Şefik Can, Mesnevi çevirisinde bir dipnotta (2005, s 189-190, Beyit 2324'e konulmuş)
Şefik Can, hem rübainin Divanda olmamasından yola çıkıyor, hem de Cami'u's Sağir'de bulunan "tevbe", "affedilmek" ve "günah işlemede ısrar"a dair bir hadisle çeliştiğini düşündüğünden bunu iddia ediyor.
Beyit 2324 de zaten "canım tenimden ayrılmadıkça artık tövbemi bozmam"la bitiyor.
(Mesnevi Cilt 5, Sayfa 189-190, Çeviren Şefik Can, Ötüken. İstanbul, 2005(Mesnevi Cilt 5, Sayfa 189-190, Çeviren Şefik Can, Ötüken. İstanbul, 2005)
...
Ben Şefik Can'dan farklı düşünüyorum. Evet, tevbe bozmayı Mevlana da hoş karşılamıyor, ama, rübai bu eksen üzerine kurulu değil.
...
Daha önceki bir notumda sunduğum "rahmetin herkese açıklığı ama cennetin herkese açık olmaması"na dair beyitler genellikle gözardı ediliyor. Bu beyitlerin sunduğu bir eleştiri değil, ayrım. Dergah/meclis cennet ya da cehennem kategorisinde değil, rahmet kapısı (en azından bir anlamıyla), derdi olanın, yalpalasa, sendelese, şöyle ya da böyle düşünse de kapısını çalabileceği, sığınabileceği bir yer.
Rübai Mevlananın değil, ancak, Mevlananın anlayışına ve insanlığımıza ters düşmediği kanaatindeyim.
"Sığınma" dedim. "Sığınma" kendi zulmünden de kaçma. İnsanlık arayışı, insanlığını arayış.
Altüst olmayan, debelenmeyen, çırpınmayan, dünyası karmakarışık olmayan insana "gel !" dememizin ne anlamı var, anlayamamaktayım. "Aferin, işte böyle ol!" dememekteyiz, "sen iflah olmazsın !" da. Bunu yaparsak, temelde hata yaparız.
İnsan olmamız bir buyruk: "Hidayete erişmen için gel!" nasıl deriz? Avutmayansak, paylaşmayansak, anlamayansak. Biz öbür dünya yargıçları değiliz, İnsanlıkla mükellefiz.
"Bunu (kendine/kardeşine) nasıl yapar(sın)!" da diyeceğiz, yargılamadan sargıladığımız da olacak.
İnsan bize uysun, ya da biz ona uyalım derdinde neden olacağız? Çölde üzerinde akbabalar uçuşan insana su verirken, harami olduğundan, iyileşince peşimize düşeceğinden bize ne?
Bedevi su ikram ettiği adam devesini çalınca "Ne olur kimseye anlatma!" diye bağırmış arkasından: "Anlatırsan, insanlar korkar, iyilikte tereddütlü olurlar!".
Deveyle beraber insanlığımızı da göndermeyelim.
Bazan asıl hazinemizi, varlığımızı unutuyoruz, aklımıza getirmiyoruz gibime geliyor.
Rübaiden, tekrarlarsak, "neyi savunursan savun sana icazet veririz"i çıkartmıyorum. İnsanlık çıkarıyorum. İcazet sorgulanmadan verilirken; tevbe bozmuşların, günahkârların, ya da farklı şeyler savunan insanların insanlık dergahına gelmelerine, "hayır gelme, sen hakkını kaybettin" diye tepki vermemiz bekleniyor sanki.
İnsan hem kolay değişmez. Hem de baştan itibaren değişimin içindedir. Ve her değişme de ne kadar derin, sarsıcı olursa olsun kolay hissedilmez.
Sigaraya yeniden başlamışı dispansere alıyoruz, ama, kapımızı çalıp da bizi dinlemek, bizle konuşmak isteyen insana "hayır, olmaz!" diyeceğiz. Mesele bu değilse, tartıştığımız ne?
Biz cennet cehennem bekçisi gibi davranamayız. Ceza kesecek olan da, bitmiş hayatları değerlendirebilecek kapasitede olanlar da bizler değiliz. İnsan hayatı ölümünden sonra bile anlamını arar. Alıcısını arayan bir mektup gibi. Attığımız her taş, söylediğimiz her söz hedefini biz yaşarken bulacak diye bir şey yok. Attığımız her tohum, budadığımız her ağaç, çaprazladığımız her gonca bize ve zamanımıza kendisini açacak değil.
Biz bir takım insanlarla beraberiz dünyada. Onlar sorumluluklarıyla ne kadar alakalı olsalar ya da olmasalar, bizim beraberlikten doğan yükümlülüklerimiz var her daim.
Nasıl köşedeki terzi herkesin söküğünü dikiyor, komşu ebe ana rahminde ters dönen her çocuk için çırpınıyor, biz de birbirimize açık duracağız. Bu ne tavizkarlıktır, ne de şaşkınlıktır.
Hem kendimiz olacağız. Hem de çıkarsızca, beklentisizce, yani ahlakımızdan yola çıkarak davranacağız.
Kendimiz olmakta tavizsizliğimiz, kendimiz oluşun başkalarına açıklıkla başladığını ve bittiğini unutmamayı da içeriyor. Entegriteye ulaşmak, eleştiriyi, karşı fikri, karşı hayatları, bilakis, daha çok dinlemekte oluşun da ifadesi.
Dinle, anla, ama farklı düşün. Fark sun. Ya da sunma. Yeniden de düşünürüz, çaresiz de kalırız, değişiriz de. İnsanız biz. Çaresiz bırakılmamız çok kolay. Çaresiz halimizde bile elimizden geleni yapıyoruz.
"Doğru" ona buna ait doğru değil her daim. Bazan dosdoğru bir doğru.
Eşek arısına dahi fırtınada sığınak var. Kapımızı çalan insana mı olmayacak?
Çileli bir insanı dahi içine sığdırabilecek büyüklükte bir dergah kuramamaktaysak, onca telaş, kavuk, sikke, takke, cübbe, hırka niye?