22 Ekim 2011 Cumartesi

Mekânsızlıktan Bakmak



Mekânsızlık, mesnevînin diyalektiğinde mekânlılığımıza da işaret ediyor.

Gerçekliğimizin hakikatinden hakikate yönelme bilip bilmeyeceği üzerine bilinciyle el ele hakikate yüzünü çevirmeye giden bir olgunlaşma talebi. Faniliğimizin ilerleyen hayat içinde anlamayı hep geride/geçmişte kalmış bir şey olarak bırakışını kavrayış. Halinden anlamayı bir elde tutmuşluk yapmayacak halini bilmeye varış.

Ölmeden ölme kavramı burada yeniden devreye giriyor. Anlama dilsiz, zamansız, mekânsız bir alana yönlendirildiğine göre, diskursif de değil, bir hakikatte erime, hakikatle erime gibi birşey.

Makaalattaki (ciddi bir tefsir çalışmasının, hakikat ve insan üzerine düşünmenin sonucu olan) öbür dünyanın zamansız, mekânsız ve dilsiz olması sorununu dünyanın, zamanlılığı, dilliliği ve mekanlılığı ile bir arada ele alırsak, dilde sabitleştirilmiş, tüm zamanlar için dogmatize edilmiş bir anlama veya yorumun önerilmediğini de kavrarız.

Her anlama geç anlamadır ve geride kalmıştır. İlerideki her hale, duruma cevap verecek, insanî çabayı, emeği, gayreti boşa çıkaracak bir kavrama, yakalama yoktur. Bu ileriye dönük bir şey söylenmeyeceği, gelecek nesillere hitap edilmeyeceği anlamını da taşımaz. Ancak, söylenen, yorumlanan sadece ışık tutar. Değişmez bir hakikat sunulmuşsa yorumda, bu sunuşun değil hakikatin değişmezliğindendir, yeniden anlaşılmadıkça anlaşılmaz. Yani, ben anlamışsam ve anlatmışsam, dediğimin içindeki hakikatin var olmak için benim anlatmama ihtiyacı yoktur. Söylediğim yeniden anlaşıldığında anlatmış olabilirim. Emeğim değersiz de değildir. Söylediğim için işitilmiştir ama, söylemesem de hakikatinden okunabilirdi, bazan daha büyük bir gayret ile, bazan hakikatin kapıya dayanmasıyla.

Mekânsızlık derdi, sınırsız sonsuzun sahibi oluş değildir. Tersine, sınırlı sonluluğunu kabul edişten geçer. Mekânsızlık, ufuk kaynaştıra kaynaştıra yola devam edişin eseridir. Kendisi oluşu kendisinde bırakmayıştır. Bir yanıyla da kendisinde kalıştır: Kendi sorumluluğunda.

Mekânsızlık tepeden bakış değildir. Kendisinde hapsolmayış, tevazuyu bilgi edinme eyleminde yoldaş edinmektendir. Tevazu, biliniz (şüphe etmeyiniz) ile bir kereliğine ve bir kerede her şeyi anlamışlıktan konuşmamanın kardeşliğindedir. Hem bildiğinin sorumluluğunu taşır insan, hem de bilinebileceği kadarı bilmenin bir süreç olduğunun sorumluluğunu.

Bilmek bildiğine esir olmak, bildiğini esir etmek değildir. Bilmek yolda olmaktır. Yolda kalmadan, yolu kesilmeden yolculuk ummamaktır. Bilebildiğini, kavradığını sandığını kavranılan ve bilinecek olan ile eş görmemektir. Söylediğinin içeriğini kendi esiri sanmamaktır.

Mekânsızlık gerçekliğinin hakikatinden hakikatinin hakikatine yönelmişliktedir ama, hakikati dünyası yapabilmişlik de değildir. İnsan en fazla hakikatli olur, hakikatine teslim olur. Hakikatle düzelmeye açık olur.  Elindeki hakikat gerçekliğinin hakikati ise de, gönlündeki hakikat, hakikatin kendisidir. Gerçekliğinin hakikati indirgenmiş, küçümsecek bir hakikat değildir. Kendisine açık olan budur. Kendisine açık olmayanı ise açılmayacak kapılardan zorlamaz hikmete açık duran, biroluşun kapısını arar.

Biroluşun kapısında bekleyiş ise tanrısallık iddiası değildir, öncesini ve sonrasını kabulleniştir, teslim oluştur, rızadır, ihtimamdır, emek vermeyi ve çabalamayı ömür boyu bırakmamaktır. Hırssızlıktır hakikat hırsızlığı ve çokbilmişlik değil.

Zamanımız bu kadardı. Arzeyleriz, gece hayalimizden, gündüz düşümüzden.