Akıldan geçmeyecek şey yoktur. Yalnız olabileceği değil, olmayabileceği de düşünebiliriz.
Balıkları kavağa çıkartabilir, suaygırlarına gazel söyletebiliriz. Ne kadar çok şey mantıksal olarak mümkün. Mantıksal olarak mümkün olanı da düşünmek mümkün.
İyi şey düşünmek, olanı hayra yormak olabileceği görmemezlikten gelmek değil. İnsanın kendisine yalan söylemesi hiç değil.
Düşünmeyi, düşüncenin içeriğinin oluşumunu belirleyen insanın toplumsallaşması: Kişilik, kimlik, bireysellik edinme süreçleri. Bunun bir kısmı eskiden "terbiye"nin bir anlamını oluşturuyordu.
İnsanın toplumsallaşması oyun oynayarak, taklit süreçlerinden, terbiyeden ve eğitimden geçen karmaşık süreçlerin toplamı. Dil ediniyoruz, dil edimlerini [speech acts] ayrıştırarak kullanmasını öğreniyoruz. Kendi tecrübemizi edinirken insanlığın geçmiş tecrübesini de paylaşıyoruz az çok.
Ne dil bir insan ömründe gelişiyor, ne de dili tarihiyle öğreniyoruz. Dil hem tarihinsel derinliğini, imkânlarını kendi içinde taşıyor, hem de konuştuğumuz dil kendi becerebildiğimiz, edinebildiğimiz, içinde kendimizi ifade ettiğimiz, kendimizde konuşan ve kendimize malettiğimiz geleneğin bizim ile hareket eden zaman ve mekânda yerleşikliğinin dili.
Dünyada dilsiz düşüncenin, anlaşmanın mümkün olduğunu söylemek imkânsız. İnsanın anlaması, anlaşma, konuşma. Yani diskursif, "söylemsel".
"Ne düşündüğünü söyle, kim olduğunu söyleyeyim!" de diyebiliriz insana. Bu, düşüncenin tasavvûrun sansür filtrelerinden geçiyorluğundan değil: Hem işleniyor, eleştirel tepkiden geçiyorluğundan; hem de konunun hakîkatine, meseleye, konusuna gitgide daha yakınlaşıyor olduğundandır.
Hayâlgücü bir kapasitedir, vehim ise (çoğu anlamıyla) hoş değildir. İnsanın aklından geçenlerin meselenin hakikatînin ta kendisi olabildiği nadirdir. İnsanın aklına ne geldiğini işleyebilmesi, yönlendirebilmesi yargı/muhakeme gücünün işidir. İnsanın düşüncesi toplumsallaşmada geliştirilen ustalıkların, gitgide inceleştirilebilen dil hakimiyeti ve kültürel kapasitenin insanın gerçekliğinin hakîkatiyle yüzleşmesinde şekillenmektedir.
"Güzel düşünce", insanların iyiliğini isteyen, toplumsal dayanışmada kendisini bulmuş ve toplumsal dayanışmanın bir ifadesi olarak şekillenmiş, bireyselleşmiş insana yazdığımız düşünce.
İnsanın kendisine, başkalarıne, dostlarına, düşmanlarına yönelik niyet ve tavrı "şekillendirici toplumsal dayanışmanın", yani toplumsallaşmanın da (bir anlamıyla) kendisini ifadesi.
Güzel düşüncenin etrafa umut saçıcılığı farkedilemeyecek bir şey değil. Hakîkati dile getirmenin her daim kaçınılamayacak can acıtıcılığı da. Mesele olanı olmamış, olmayanı olmuş yapıp yapmamak değil. Mesele şerden hayır çıkarabilen, zûlme direnmeyi tavır edinmiş, kapıların kapılara açıldığını kavrayabilmiş; tarihin ve ömürlerin başını sonunu, nihaî anlamını bilir geçinmeyen bir hakîkatlilikten bakışı edinmeyi bilmek.
Umut şen şakrak duruştan gelmiyor. Umut ileriye bakabilirlikten, sorumluluğunu bilişten, çare arayıştan, hakîkî çaresizlikten, direniş geleneğinden geliyor.
İyimserliğin hâli inkâr olarak itici gelebildiği, geleni farketmenin ise karamsarlık olarak damgalandığı yılları dünya az yaşamadı.
İnsanı bugün gülümseten yarın insanların kanını dondurabilir; insanı bugün ürküten, yoran hakîkat iddiası yarın bir çıkış yoluna yönelmemizi sağlayabilir.
İyimserlik daha hoş gelse de, karamsarlığın da bazan lâtif, ince ve umut verici olabildiğini görebiliyoruz.
İnsana baktığımızda ne olabileceğini, kapasitesini görmemiz gerekiyor, insanın bugünü sorunluysa. Herkese böyle bakmak da yetmiyor. Kendisi açısından dahi geleceği karanlık bir insanın bugününde ve bir geçmiş olarak edindiklerindeki güzelliği de görmemiz, gösterebilmemiz gerekebiliyor. Bazan görmeden geçmemiz de.
"İyi, has, halis, munis" düşünce gerçeği eğip bükmekten değil, insanın iyiliğini, dünyanın esenliğini istemekten, her insana, ülkeye, millete, halka aynı insanî kapasite ve imkânları yazabiliyor olabilmekten geçiyor.
Bir kısmı öğrenilebilir olsa da, arkasında durabiliyor olmadıkça, temellendirebiliyor olmadıkça ilk sınanmada buharlaşıp gidebilecek öğrenmişlikler bunlar.
Toplumsallaşmanın doruk noktası da buralarda zaten: Geneli temsil ediyor olabilmemizi, geneli eleştirebiliyor olma kapasitesiyle aşmakta!