[Yazı gürültülü bir ortamda, gelen gidenin arasında kaleme alındı. Kısaltırken ve bazı paragrafları birleştirirken cümleler kaydı. Gereksiz tekrarlar düzeltmede kolaylık için öylece bırakıldı. Gözden geçirilecek, ancak, şimdilik buna zamanım yok.]
Merhum Mesnevîhan Şefik Can diyor ki:
Sultan Veled Hazretleri’nin takip ettiği Şerîat yolunu, herkesin kendi meşrebine göre yorumlaması da gayet tabiidir. Nitekim Abdulbaki Gölpınarlı merhum Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik adlı eserinde;
“Sultan Veled’le katılaşan Mevlevîlik ruhunun Ulu Arif Çelebi ile hayatiyet kazandığını görüyoruz” demektedir. Bu bir hayatiyet mi? Yoksa Mevlânâ’nın yolundan ayrılış mı? Benim bildiğim, kendilerini rindâne bir neşeye bırakarak, Şerîat’ın bazı kayıtlarından kurtulan, kendilerine has manevî bir zevk içinde yaşayan Şems Kolu mensupları ile Mevlânâ’mızın yaşayışları arasında iyice farklar olsa gerektir.
Röportajda Şems'in yanlış anlaşıldığı, ama bu yanlış anlaşılmanın Makaalâtın tahrifinden kaynaklandığı söylense de iddia edilen Şems Kolu'nun rindaneliği Abdülbaki Gölpınarlının Şems Koluna has olarak görmediği bir tavır olduğu halde zahit rint ayrımı üzerinden yapılıyor.
Mevlana kendisini zahit değil abdal olarak görürdü. Bu da zahitliğin ve rintliğin bazı anlamları üzerindendir. Şefik Can'ın tartıştığı başka bir şeydir.
Sultan Veled tarikata öncülük ettiği için Mevlanai çevrelerde eleştirilirdi. Sultan Veled'e yönelik eleştiriler tipik "rindane" eleştiriler değildi.
Sultan Veled'in oğlu Ulu Arif Çelebi'nin örgütlemedeki başarıları, canlı ve aktif hayatını Abdülbaki Gölpınarlı anlatmakla beraber, eleştirir. Rindane kavramı da röportajda hayli olumsuz bir yüklenmeyle kullanılmış. Halbuki mevlanai eleştiri Sultan Velede de, Ulu Arif Çelebiye de yönelmiştir. Veled Çelebinin tarikat kurulmasına öncülük etmesine, Ulu Arif Çelebinin de tarzına. Eleştiri yok sayma olmamıştır, şimdiki zahit gösterilen kol o dönemki eleştirilerin geldiği odak değildi. Kaldı ki zahit kolla sınırlı bir zühd yorumu, anlayışı, kavrayışı, iddiası eleştirilir, zühdün kendisi değil.
Esad Dede'nin öğrencilerinin kendilerini zahid kolun temsilcileri olarak tanımladıklarını bilmiyordum. Yeni öğrendim. Kendilerini böyle görmelerini hakkanî kabul etsek bile, Şems Kolu ile iddia edilen Zahit Kol arasında böylesi bir gerilimin olması biraz zorlama kaçacaktır.
Abdülbaki Gölpınarlı Ulu Arif Çelebinin katkılarını, tarzını da anlatır ama onu en açık eleştiren de kendisidir. Gölpınarlı Şemsi koldan değil, Mevlanaîdir, kolların ayrışmasından önceki bir yerdedir, Şemssiz mevleviliğe de elbette o karşı çıkmıştır. Melamî ve Kalenderî anlayışların kapsamlı eleştirilerinden birisi de ondan gelir. Melametin ve kalenderi tavrın özünü, çıkış noktalarını reddetmez, her melamete de eyvallah demez.
Bektaşi kol denilebilecek bir çok çıkış noktasını da yine Abdülbaki Gölpınarlı eleştirir.
Kendisinin azeri kökenli olması Caferi, Şii ya da Melami Mezarlığına gömülmesi üzerinden onu Bektaşî koluna bağlamak, rindane meşrep denilen yanlış tasnifi yüklemek yanlıştır. Abdülbaki dede Mevlanaî idi. Ve tabii ki mevlevi idi. Melami tavrın mezhep ile bir alakası yoktur. Kökünde melamet olmayan çok az tasavvuf kolu var. Ya melametsiz fütüvvet mümkün mü?
Şems konusunda bu röportajda bir önyargının kaldırıldığını değil, yerleştirildiğini gördüm. Makaalatı okumak, artık Makaalat ne kadar tahrif edildiyse edilsin, Şems'in doğru anlaşılması için yeterlidir. Röportajda Şems mi savunuluyor, yoksa Şemse dair önyargı mı oluştururluyor emin olamadım.
Bir kez daha söyleyeyim: Gazalînin kaygılarıyla Şemsin kaygılarında bir örtüşme vardır. Zaman mekan gibi konularda Kant'a giden yolun öncüleri gibidirler.Dil konusunda Şems Kanta daha yakındır. Antinomilerin eleştirisine giden yolda ise Gazalî. Burada şiî ya da sünnî olarak nitelendirilen ayrışma yerine temel felsefi, bilimsel ve din-tasavvuf kutuplaşmasıına karşı oluşmuş bir konsensusu ifade etmekte oluşlarıdır.
Şems Hululiliğin en kararlı eleştirisini yapar, tasavvufun dinden kopmasına uçmasına izin vermez. Meşrep olarak isteyen rindane görsün, eleştirisinde, anlayışında, düşüncesinde, tavrında zahittir (bugünkü olumlu anlamıyla).
Buradaki zahitlik rindlik üzerindeki tartışma İbn Arabi, Sadrettin Konevi ile Mevlana ve Şems arasındaki ayrımlardan kaynaklanan dar anlamlı, ancak ciddi temelleri olan kavramlardır ve düşmanlığa, kutuplaşmaya dönüşmemiştir. İlk sırada saf tutmak, son sırada saf tutmak; kime avam denileceğinde farklı düşünmek; tasavvuf üzerine farklı düşünmek söz konusudur. Birbirlerine karşı her daim saygılı olmuşlar, ancak tartışmadan kaçınmamışlardır. Gerçek faklılıklar ise meselenin özüne dairdir, oldukça derin ayrılıklar vardır, ilerde özetlemeye çalışırız. Üzerinde uzlaşılan konular? Onlar da az değildir.
Şemse öfke onun İbn Arabi eleştirisinden geliyorsa, bu doğrudan ifade edilmelidir. Şefik Can Şemsi savunurken Şemsi bir kutuplaşmanın içinde tutmaktan da kaçınamamaktadır.
Çilehane mektuplarının 53. sayfasına tepki (aklımdan yazıyorum, doğru sayfa numarasını bir kaç gün içinde veririm, şu anda elimde kitap yok) zahid-rind kutuplaşmasın eseri değildi. Divan Şiiri Beyanındadır'ın klasik düşmanlığı olarak gösterilmesi dahi geçmiş dönemin çoğu sessiz farklılık vurgulamalarının anlamsızlaştırılmasındandır.
Abdülbaki Gölpınarlı doğru bildiğinde açık, insanlara karşı ise diplomatik davrandı. Kendi tavrını anlayışını dikte etmedi Mevlevilikten konuşurken Şemslerin, Mevlanaların ve onların inandıklarının izini sürdü.
Evet ortada iki ekol yoktur. Mevlanai ekol ile rakip olan Şems ve Mevlana ile rakip olur. Mevleviliğin içi boşalır!
Şefik Can ve Tahir Olgun'un anlayışları, Rindane tavrın karşı kutbu değildir. Bir yorumdur. Eleştiriye açıktır. Abdülbaki Gölpınarlı'nın anlayışı ise merkezdedir. İsteyen onu da eleştirir. Daha doğrusunu beyan eder. Ulu Arif Çelebiyi eleştirisi dahi övgü gibi sunulmaz. Burada şuna dikkat edilmelidir: Geçmişi anlamak ve eleştirmek onu değiştirmek üzerinden gitmez. Bunu Gölpınarlı yapsaydı tahrif etmiş olurdu. Bugün yapılan yanlışa itiraz ise düzeltmek içindir. Yarına yöneliktir. Yanlış gideni doğrusuna çekmektir.
Abdülbaki Gölpınarlının şahsi anlayışı? Onu ben şahsen bilmiyorum. Merak da etmiyorum. Ne ise odur ve hakkıdır.
Kendisine o dönem yaşamış herkesin şükran borcu vardır. Emeği büyüktür, hakikat derdi olan bir insandır.
Şefik Can ve Tahir Olgun değerli mesnevihanlardır, ancak, Gölpınarlı sadece bir araştırmacı, konusuna vakıf bir uzman değildir, aynı zamanda Mevlanaî Geleneğin yani "tarikat öncesi"nin, bin yılımıza yön vermiş bir duruş ve yönelimin asla yanlışsızlık iddiasında bulunmamış, kalender ve arif sözcüsü ve temsilcisidir de. Demediği şeyler üzerinden eleştirilmesi hoş olmamıştır.
Hatasız, yanlışsız kul olmaz, olmaz da, eleştiri hakkını vermektir. Abdülbaki Hocanın hakkı 12 Eylül döneminde fena çiğnenmiştir, Mevleviyye üzerine de mühendislik yapılmış, mevleviyyenin eleştiriye açık yüzü, dili iken soğuk savaşçı cühela tarafından tarihten silinmeye çalışılmıştır.
Şefik Can daha titiz olmalı idi, ama Geleneğin son büyük temsilcisine karşı hakkanî olamamıştır düşüncesindeyiz.