21 Ekim 2013 Pazartesi

Rızâ Hayâtlı Olduğunu Kabûlden İbârettir, O Kadar!


İnsân hayatlıdır, canlıdır, bir dünyâdadır; başkalarının içindedir, arasındadır.

İnsân düşe kalka büyür. İnsanlık iki rüyâ arasında ne kâbûslar görüştür.

İnsân, elinde olanları dahi elinde tutamaz. Kendisinde olanları ebediyyen kendisinin kılamaz.

İnsân bir gelip geçicilikte, kazâ belâ arasında kalışta kendisi olarak kalmaya, kendisi olarak yaşamaya bütün itirâzlarına, çırpınışına rağmen mahkûmdur. Rızâ bu mahkûmiyetten özgürlük çıkarır, türetir, kurar, oluşturur. Mahkûmiyet yanılgısından insanlığın oluşma süreçlerine yüzünü çevirir.

Zihinde oluşup yaşanan/vücutlu bir kararlılığa dönüşen kendisi hakkında gerçekçi olma, rüyâsı ve şartları arasındaki dağınıklıkta yaşamayı kabûllenme, hakikatle barışık yaşama bilincidir.

Rıza ne zûlmü, haksızlığı; ne de kazârâ olanı ve kazâda takılıp kalmayı seçiştir.

Rıza insân olmaya, insân olarak yaşayıp ölmeye açık durmaktır.

Kazâ ve belâ gelicidir, öğreticidir. Hattâ alıp götürücüdür.

Yanlıştan, ters gidenden öğrenen gülün dikenini seven bülbüldür.

Kendisini gülün dibinde bulan, mazoşist değildir; gülün dibi ariflerin mezârıdır.

Efendim. Aşkla söz ederiz!

15 Eylül 2013 Pazar

Aliyi Öldüren Hançerle Hamza'nın Kılıcını Ayırd Edebilmek


Aliyi öldüren hançerle Hamza'nın kılıcını ayırd edebilmek de gündelik düşünceye sinmiş felsefî duruşu ister: Her hangi bir sistematiğiyle değil de kavramıyla konuşmayı, kavramını bulmayı, bağlamını ayırd etmeyi yerine getirebiliş olarak.

Ali'ye yönelen hançer bir katilin elinde. Hamzanın kılıcı bir delikanlın, mert insanın elinde. Aliye inen hançer inmeye kararlı. Hamza'nın kılıcı ise uğruna can vereceği duruşunun önünde değil.

Hamza soracak: "Bunu sen mi dedin, bunu mu dedin, bunu nasıl dersin?". Ve cevabını bekleyecek: "Evet, ben dedim Yâ Hamzâ!", "Dediğim şu idi ya Hamza!", "Öyle de diyebilirdim ya Hamzâ!"

Hamza orada haysiyet meselesi takipçisi. Ancak savunduğu ister gelenek, ister görenek, ister başka bir şey olsun Hakikatin, meselenin hakikatinin önünde değil. Cevabını alacak. Sorusunu soracak. Gerekçesini bekleyecek.

Elindeki kılıç söylediğini kast edişin, kast ettiğini söyleyişin en uç sembolü. İnandığı, doğru bildiği için hayatını verebilecek olanın; en sevdiği inanlara dahi tavır alabilişin kılıcı.

Fütüvvetin kökenleri mertlikte, yiğitlikte yani söylediğini kast eden kast ettiğini söyleyişte.  Bunu hayatıyla ortaya koyuş kimsenin kimseye inanamadığı, dünyaların ayıştığı bir dönemin ekstremitesi.

Kılıç, iki tarafı da keskin bir kılıç. Kendi yanlışına da çekilmiş bir kılıç. İkna oluş, hakikate boyun eğiş. Kan akıtma derdi değil, hakikat peşinde hayatını ortaya koyma hali.

Kılıç zaten savaş halinde bulunuşun da bir ifadesi. Sözün, gerekçelemenin, soru-cevap diyalektiğinin gölgesinde kalacak olan kılıç adalete, düşünceye, hakikat iddialarına boyun eğmiş bir kılıç.

Hamza meclise bir katil olarak dalmıyor. Bir delikanlı, sözünün eri, adabın savunucusu olarak dalıyor. Meclisin retoriği ile kendi retoriği arasında bir uçurum yok, hatta aynı dilin aynı üslubun savunucusular. O bir adabın eski halinin, karşısındakiler ise yeni bir şey söyleyen ancak insanlık tarihi kadar eski olanın sözcüleri.

Olup biteceğe boyun eğiş burada ön planda değil. Ön planda olan karşısındakinin hakikatliliğine güven.  Karşındakinin hakikat derdinin oluşuna güven bir tarafa kılıç çektirmiyor, öbür tarafa kılıç indirtiyor.

6 Ağustos 2013 Salı

Söylenen Boş, Arifler Sahtekâr, Meclis Şen Değil!

Başka bir şey mi bekliyordun Ey Sesini Arayan?
İrem Bahçelerine kızdın durdun.
Dünyada cennetini kurma nafile de gelse hoş bir çaba idi.
Bu dünyada cehennemi kurmaya kalkışanları, yakanları, yıkanları, tutuşturanları gördükten sonra anlaşılır oldu ütopya, umut, iyimserlik.
Naif olmayan karamsardır, öyle mi?
Direnişin etiği, estetiği var da neş'esi yok öyle mi?

Kapısını çalıp buyur edilebileceğimiz bir meclis yok belki. Eskiden var mı idi? Yüzümüzü ağartmış faziletli insanlar hiç bir yere buyur edilmezler idi, en iyi günlerimizde de. Meclisini yanında götürüyorsan, içeri alınıp alınmamaları senin ufalanmayı, rendelenmeyi, törpülenmeyi göze alıp almamandan ibaret.

Bayram geldi neşen yok. Sevgili geldi düğün heyecanı yok. Burukluk, ait olmayış bir yokluk ya da eksiklik olarak varolan meclisin keşfediliş heyecanıdır da.

O meclis muhayyelede de olsa hayalî bir kıtada değil. Minderleri, iskemleleri boş kalmış bir meclis o: Herkesin işi var, herkes bir yerlerde.

Aşıklar meclisi boş ancak ıssız değil. Çığlıklar, kahkahalar, göz yaşları titreşiyor gök kubbemizde, rahmet evimizde.

İnsanlığı uyanık tutuyoruz, uyuyanların sırtlarını örtüyoruz. Bin bir uzaklıkta. Gecenin bu saatinde.

İnsan sikkenin, kavuğun, cübbenin, saçın sakalın altında aranmaz. Bir eksiklik olarak, yeri doldurulamaz bir eksiklik olarak mevcuttur özlenen insan.






18 Haziran 2013 Salı

ZAHİT SENİ İÇERİ ALMAMIŞ



ayakların çamurlu
şakaklarında kan
halıları kirlenir
odaya girsen

sen meyhaneye gel
şahların çizmeyle ulaşamadıkları dergaha
cemşit saki
yaralılar sultan

peymane yok
şişeyi kırıp attık çoktan
şarap biziz şişe biziz
ayık biziz uyuyan biz

meyhaneye gel 
kovulmuşların arasına gir
kanı dökülmüşlerin divanına


29 Mart 2013 Cuma

"Ne Dediyse Odur!"

"Ne dediyse odur!" imanın değil, (hakikate) sadakatın göstergesidir.

Sadık olmayanda bilgi de olmaz. Söylediğinin arkasında duran, söylediğini kast eden, kast ettiğini söyleyen insan konuşabilirliğin, tartışabilirliğin, söyleşebilirliğin, aktarabilirliğin koşuludur!

"Ne dediyse odur!"da ben bir belâyı paylaşırım, itilip kakılışı.

"Ne dediyse odur!" söylenenin hakikati üzerine bir iddia değildir. Söyleyenin, söyleyişin, söyleyen duruşun hakikatliliği üzerine bir iddiadır, deklarasyondur.

Söylenenin anlaşılması, söylenene hakikat iddialarıyla gitmeyi gerektirir. Söyleneni didiklemek inkâr değil anlama çabasıdır. Opponent ve proponent buluşturulmadan düşünce, fikir, hikmet üzerine konuşulamaz. Muteriz anlama çabasının içinde yerleşiktir.

Söylenenin hakikati ile buluşmak, tekrarda bir hikmet olsa da, söyleneni tekrarla değil, söyleneni kendi ufkuyla karşılamadan geçer.

İtiraza itirazdan onay çıkar. Onaya onaydan ezber dışında hiç bir şey.

Bilim tartışır. İman eden henüz bilmediğinin, bilmeyebileceğinin de olduğuna inanır, bilime pusu kurmaz.

"Ne dediyse odur!" söylenenin ilerisinin de olduğunu farkediştir. Arif sözü kesmez, diskuru açık tutar; söyleyene de siper olur, itiraz edene de.